NICK DRAKE – PINK MOON /
Island Records
“Kimse bilmiyor, ne kadar soğuk estiğini. Kimse
görmüyor dizlerimin ne kadar titrediğini.
Kimse önemsemiyor, basamaklarımın ne kadar dik oluşunu. Ve kimse gülmüyor.”
Üzerinden yıllar geçse de adından
söz ettirecek bir isim. Bu kadar erken dünyayı terk edişi mi yoksa müzikal
farklılığı mı etkiliyor insanları? Kaybedilen her müzisyen her değer için
hayatta kalanların düşünce dünyasında neler oluşuyor da kendilerine bu kadar
değeri yükleyebiliyoruz yıllar sonra? Acaba kendi içimizdeki duygu dünyasında
onların şarkılarından kendimize pay çıkarır gibi onların yitip gitmesi bizi
derinden etkiliyor. Yıllar sonra onların hayat hikâyelerini okuduğumuzda
bizlere ilginç gelen, bize dokunan, hatta pencere kenarlarında elimizde bir
bardak kahve ile uzaklara dalıp gitmemizin sağlayan bu şarkı yaratıcılarının
her bir melodisi belki de bizim yaşantımızda çok önemli öğeleri oluşturuyor,
bilinmez. Ancak şöyle bir gerçek var ki; NickDrake gibi kaybedilen değerlerin
günümüze başka kişiliklerde yansımasının sebebi de bunda gizli. Belki kimimiz
“Day Is Done”a eşlik ederek yalnızlığını paylaştı onunla, belki de “PoorBoy”da
kendisi için üzülüp acı çektik. İşte kişisel lirikler bazen evrensel bir
biçimde bütün dünyayı sarıveriyor. NickDrake’in şarkıları gibi.
“Pink, pink, pink,pink. Pink moon! “
Nick Drake’in müzikal
etkileri geçmiş dönemin Folk blues’undan ve İngiliz modern folk müziğinden
geliyor. Onun besteleri Townes Van Zandt’ın şarkıları gibi çok fazla Country
etkileşimine girmez, aksine o, biraz gitar yorumlayış tekniğinin de farklı
olması dolayısıyla kendi müzikal kimliğini yaratarak Bert Jansch, Donovan,
RalphMcTell, Jackson C.Frankv.b. İngiliz/Amerikan folk müzisyenlerinin
etkisinde kalarak kendi tarzını yaratmıştır. Hatta Paul Simon prodüktörlüğünde
piyasaya sürülen 1965 yılı Jackson C.Frank albümünün
giriş şarkısı olan “Blues Run theGame”iNickDrake’te yorumlamayı severdi. Aslına
bakılırsa NickDrake’in içinde yaşadığı psikolojik çöküntüler ve depresyon diğer
bütün özelliklerini geri planda bırakmıştır. Bugün onun gitar çalış tekniğinden
fazla bahsetmiyoruz, şarkılarının kimden etkilendiği, içeriğinde neler
olduğuyla fazla ilgilenmiyor onun yaşadığı depresyona ve üzüntülerine
odaklanıyoruz. NickDrake’ın ilk çıktığı yıllarda sergilediği o eserler aslında
salt folk müziği adına o kadar önemli ki. İlk çıkardığı “FiveLeavesLeft”in
kendi kemik dinleyicisini yaratması, daha yoğun çalışmalar içeren ve içerisinde
rock örneklerinin de bulunduğu “BryterLayter” gibi döneminin iyi eserleri
sonucunda yine de başarıyı kazanamaması Drake için yıkıntı olmuştu. O dönemde
çoğu önemli müzisyenin ve prodüktörün ilgisini çekmesine rağmen bu başarısının
gölgede kalmasının sebebi biraz içe dönük yapısının oluşu ve diğer folk
rakiplerinin belki de aynı anlarda başarılı albümlerini çıkarışıydı ki bunun
bir örneği de “BryterLayter” çalışması çıkarken görüldü. Aynı zamanda çıkan Cat
Stevens’ın içerisinde “LadyD’arbanville” ve “Katmandu” eserlerinin olduğu 1970
albümü “Mona Bone Jakon” adlı çalışma NickDrake’ın “BryterLyter”ının başarılı
olmasını engellemişti.
Bütün bu başarısızlıklara rağmen “Pink
Moon” 1972 yılında ortaya çıkmıştı. FairportConvention ve SandyDenny için prodüktörlük
yapmış JonWood’un yapımcılığında albüm iki günde kaydedilmişti ve bu çalışmada
sadece NickDrake’in sesi, gitarı ve piyanosu vardı. 1971 yılında anti-depresan
ve psikoloji klinikleriyle boğuşan Drake “Pink Moon” için oldukça karamsar ve
yine içe dönük besteler yaratmıştı. Albümle aynı adı taşıyan şarkı başladığında
sanki NeilYoung çalıyormuşçasına bir hisse kapılıyorsunuz ancak Drake’in sesini
duyunca bütün her şey yerli yerine oturuyor. Yaşanılan depresyon, şizofreni,
başa çıkamamazlık şarkı sözlerinde gizliydi.
“PlaceTo Be” şarkısında gitmek istediği, kaçmak istediği yeri
anlatıyordu. Belki de bir bardak çay ile cam kenarında saatlerce dışarıya
bakmasının sebebi bu hayalini kurduğu yer olabilirdi. İçi sorularla dolu olan
“WhichWill” ise bir haykırıştır hayata. Umudun arandığı ama bulunması zor
olduğu bir dünya anlatılmaktadır. 80 saniyelik ve sadece Nick Drake gitarının
tınladığı “Horn” ise sessiz bir gece yarısı çalındığında sessiz bir çığlığın
gökyüzüne haykırarak hayata olan isyanını anımsatıyordu. Gitarın 4 akorla
tınladığı “Things Behind The Sun”ın ardından gelen “Know” ise kendi içindeki
rahatsızlık veren psikolojiyi açıkça ortaya çıkarıyordu.
“Seni sevdiğimi biliyorsun,
Aldırmadığımı biliyorsun,
Seni gördüğümü biliyorsun,
Orada olmadığımı biliyorsun.”
İçerisinde çok dinlenen
bestelerin dışında artık pek hatırlanmayan “Harvest Breed”, “From The Morning”
gibi eserlerde mevcuttu ancak her şeye rağmen bu albümde göz ardı edildi ve pek
satmadı. “Pink Moon” NickDrake’in en direkt eseridir çünkü başka enstrüman
olmadan çıplak olarak çalınmış ve kendi içerisinde taşıdığı bütün duyguları
üzerinde taşıyan bir özelliği de sunuyordu. O zaman bağlı olduğu Island
Records’un yanlış pazarlama politikası yüzünden de pek bekleneni veremeyen bu
albüm zaman geçtikçe kült statüsüne erişti ve kendi dinleyicisini yakaladı.
Türkiye’nin de Nick Drake ile tanışması biraz da dergiler ve kulaktan kulağa
yayılan tavsiyeler sonucunda olmuştur.
Folk, Indie Folk, New WeirdAmerica, Sadcore,
Slowcore ve bazı Alternatif Country gruplarında ve solo sanatçılarında
NickDrake gibi depresif ve içe dönük müzisyenlerin olduğunu ve bu isimlerin de
çoğunun NickDrake’ten etkilendiği su götürmez bir gerçektir. Bugün kendisi
günümüze o kadar çok etki ediyor ki bunu da es geçmek olmaz sanırım. Onun
sesindeki hüznü ve gitarındaki o sessiz çığlığı Red House Painters ve Sun Kil
Moon’un has adamı Mark Kozelek’te hissedebiliyoruz. Geçtiğimiz senelerde
hayatını kaybeden Songs:Ohia ve MagnoliaElectricCo.’nun Jason Molina’sı, Elliott
Smith ve Vic Chesnutt gibi değerler bize Nick Drake’i uzaktan da olsa
anımsatıyor. Hepsinin derdi kendi içlerinde, hayata karşı, kendi içine karşı ve
belki de yazdıkları liriklerde görünmeyen sisteme karşı davranışlarıyla,
şarkılarıyla bize hayatlarını anımsatıyor her zaman.
Nick Drake artık en yüksek
mertebede duruyor öylece. Babası Rodney Drake:*“Öldüğü gece aşağı inip bir şeyler atıştırmış. Uyuyamadığında genelde
yapardı bunu. Bazen karım sesini duyar, mutfağa gidip laflardı onunla. Ama o
akşam hiçbir şey duymadık. Odasına dönüp reçeteli anti-depresan ilacından
almış. Bu ilaçların tehlikeli olabileceğini aklımıza bile getirmemiştik. Şimdi
düşündüğümde ilkokul öğretmeninin Nick hakkında yazdığı rapor geliyor aklıma.
Öğretmen Nick’i okulda hiç kimsenin tam olarak tanımadığını yazmıştı. Sanırım
işin özeti bu rapordaki sözlerde gizliydi. Hayatının sonuna kadar Nick’i hiç
kimse tam olarak tanıyamadı.”
*Ogan Güner’in
derlemesinden alıntıdır.
baha.