Bir rock ‘n’ roll grubunun sonunun geldiğinde ötesinde neler
olacağını kestirebilmek bazen güç olabiliyor ama konu Chris Robinson ve The Black Crowes ise müzisyenlerinin
hemen hemen hepsinin birer solo şarkıcı ya da şarkı yazarı kıvamında olduğunu
anlayabilmemiz güç olmuyor. Atlanta
Georgia çıkışlı The Black Crowes kariyerini noktaladığında Chris Robinson
dışında kardeşi Rich Robinson’ın neler yapabileceği merak konusuydu. İlk solo albümü “Paper”
çıktığında çoğu dinleyicide pek merak uyandırmadı ama odasında sürrealist
resimler çizen bu nadide şarkı yazarı için başarı da gecikmedi. “She Talks To Angels” gibi bir besteyi besteleyebilmek, Patti Smith’in albümünde yer almak ve
son zamanlarda Bad Company ile takılmak ise zaten apayrı bir başarı öyküsüydü.
Çocukluğunda resimle ilgilenen ama babasının rock ‘n’ roll plaklarından
geri kalmayan Rich Robinson’ın muhteviyatında Delta Blues’dan tutun klasik rock’ın
ve depresif ingiliz folk müzisyenlerinin etkilerini duyumsayabilirsiniz.
Özellikle Mississippi Fred McDowell, Mississippi John Hurt, Nick Drake, Jimmy
Page, Duane Allman, Keith Richards, Paul Kossoff, Free, Bad Company ve Peter
Green gibi isimleri çok yakından takip ettiğini biliyoruz. Ayrıca bu isimler
dışında yan etkiler olarak o kadar çok isimle haşır neşir ki bu da kendi
müziğinde inanılmaz sesler yaratmasına da olanak tanıyor.
Rich Robinson’ın
ikinci uzunçaları “Through A Crooked Sun” kendi alanında oldukça başarılı bir
albüm oldu. Beyazlar içerisinde Rich silüeti ise albümün saf duygularla
hazırlanışının bir timsaliydi sanki. Babasına yazdığı şarkılar ve kişisel
duygularından ortaya çıkan bu albüm sonrasında da çıtasını oldukça yükseltti.
Ardından gelen “The Ceaseless Sight” ise bir başyapıt olarak akıllara kazındı.
Bu çalışma Rich’in solo müzikal dünyasında bir çığır açtı ve melankolik
bestelerin insan duygusu üzerinde etkilerini gösterdi. “Down the Road” gibi bir
eseri yaratması da kendisinin bu alanda ne kadar yetkin olduğunun kanıtıdır.
Yalnız bu da değil; geçmişten gelen bilgi ve etki birikimiyle ortaya çıkardığı
sesler ve gitar üzerinde yarattığı o tonlarla slide gitarın kendi beste
yaratımında bambaşka mecralara sürüklenmesini de sağlamıştı. Blues’u rock ile
harmanlayıp üzerine folk etkileri yerleştirmek, ya da etnik müzik üzerine blues’u
harmanlayıp insanlara öyle sunmak gibi meziyetleri vardı bu şaheser adamın. Bir
filozof vari yapısı olduğu da gerçekti.
Son albümü “Flux”
ise 2016 yılında çıktı. “Flux” aslında çok tecrübeli bir müzisyenin bir
sanatçının çıkardığı albüm değil, aynı zamanda kendini oluşturduğu yapıtlarla
aşmaya çalışmış hüzünlü bir yakarışçının da şiirsel hikâyesiydi. En başta
Rock, folk, soul, funk ve blues’u bir şekilde birleştirmesi, Led Zeppelin’den Savoy Brown tonlarına, oradan
Creedence Clearwater Revival’a kadar her şeyi duyabiliyorsunuz. Eski anlayışla
ortaya çıkarılmış ama yine kayıt esnasında 70’lerin aletleri kullanılarak
meydana getirilmiş bir çalışma bu. Hiç bitmeyen groovy yapı bestelerin hepsine
sinmiş durumda. Bir yeniş Southern Rock grubu olan Blackberry Smoke’dan Charlie
Starr’ın albüme konuk olması ise güzel bir tesadüf olmuş açıkçası. Rich’in
ayrıksı yönleri bununla da sınırlı değil aslında. “Flux”ın kapağında da apaçık
görülüyor ki ciddi bir kimliğe sahip oluşu ve sinemayla da ilgilenmesi de
takdire şayan. Eğer hayatınız bir şekilde rock ‘n’ roll ile buluşmuş ise böylesine nadide bir sanatçıyı dinlemek de boş bir iş olmayacaktır.