PALLAS - RÖPORTAJ
RÜYALARIN
ZAMANI: Sanki karanlık çağlara geri dönmüş gibiyiz.
“The
Dreams of Men” çoktan başlamıştı ve o an hüzünlü bir melodiyle karşı karşıya
kaldı…Ayaklarını uzattı ve gözlerini kapadı.
Neo Progressive Rock grubu Pallas'ın vokalisti Alan Reed ile ayrılmadan önce yaptığımız bir röportaj.
Her
şeyden önce sizi son albümünüzdeki başarınızdan ötürü kutlamak isterim. “The
Dreams of Men” muhteşem bir atmosfere sahip? Sorularıma geçersem “The Cross
& The Crucible gibi bir albümü takip etmek zor muydu? Sana göre iki albüm
arasındaki temel farklar neler?
Oldukça
zor bir görevdi; çünkü The Cross albümünde başardıklarımızdan memnunduk. Bu
albümden sonraki çalışmamızın nasıl olacağı konusunda uzun uzun düşündük . Daha
farklı bir albüm yapmak istiyorduk; ama aynı zamanda yapacağımız albüm bilinen
Pallas soundundan tamamen farklı olmalıydı. Biraz daha sert ve agresif bir
sound arayışındaydık ve sanırım bunu başardık. Aynı zamanda yeni cd’miz şimdiye
kadar ki en “prog” çalışmamız diyebilirim. Bir sürü orkestral düzenlemeler ve
karmaşık enstrümantal geçişler kullandık.
“The
Cross & The Crucible”ın da belirli bir ana tema etrafında yazıldığı ortada.
Nedir bu albümü hazırlayan ana öğeler?
Sadece
müziğimiz. Albümün isim şarkısını tamamlar tamamlamaz her şeyini oluşturmaya
çalıştığımız bu gotik temaya çok yakın durduğunu fark ettik. Amacımız tematik
bir albüm yapmak değildi. Her şey kendiliğinden gelişti ve büyüdü. Sanırım her
şey insanın hiçbir şeyi sorgulamadan,
bazı şeylerin peşinden körü körüne gitmesinin anlamsızlığından ortaya
çıktı. Mesela Amerika’da hristiyanlar veya başka yerlerdeki Müslümanlar fanatik
davranışlarda bulunabiliyorlar. Sanki karanlık çağlara geri dönmüş gibiyiz. “The
Cross” konsepti Orta Çağ Avrupa’sında kilisenin kendisine karşı gelen herkes ve
her şeyi yıkmasını veya dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin çevresinde
döndüğünü iddia edenleri yok etmesini eleştiren bir söylemdi aslında.
“The
Dreams of Men” duygu yüklü bir albüm. Bu albümdeki duygu yoğunluğunu nasıl
yakaladınız? En hızlı şarkılarınızda bile bunu hissetmek mümkün.
Her
şeyden önce müziğimiz kalbimizden geliyor. Genelge “prog” müziğin zihinsel bir
tür olduğu iddia edilir. Bizim için ise yapılan müziğin hissedilmesi kişide
bazı duyguları uyandırması önemlidir. Biz bu duyguları yazdığımız sözlerde de
yansıtmaya çalışıyoruz. Bu nedenle yazdığımız her parça kendi içerisinde bir
bütünlüğe sahip. Sanırım buna kısaca içimizden geldiğimiz gibi müzik yapıyoruz
diyebiliriz.
“The
Dreams Of Men”in yazım ve konsept süreci nasıl geçti?
Oldukça
yavaş bir süreçti. Uzun doğaçlama senaslarıyla bir “fikir bankası” oluşturduk
ve uzun bir zamandan sonra bunun sonucunda ortaya çıkan en iyi fikirleri
şarkılara ekledik. Bazıları tahminimizden çabuk ve kolayca ortaya çıkarken
bazıları ise keskin doğum sancıları yaşatarak oluştu. Genelde bestelerimiz uzun
aylardan sonra ortaya çıkıyor. Bunlar üzerinde uzun uzun çalışarak ve farklı
şeyler deneyerek albümümüzü hazırlıyoruz. Bu sebeple ortaya çıkan albümle ilk
başlarda tasarladığımız besteler arasında büyük farklar olabiliyor.
“The
Dreams of Men” konsept bir albüm mü? Bu tarz çalışmaların sana göre zorluğu
nelerdir?
Tam
olarak konsept albüm olduğunu söyleyemem. Albüm daha çok birbirinden çok da
kopuk olmayan şarkılardan oluşuyor. Ortak bir lrisel tema oluşturmak başından
beri planladığımız bir şeydi. Ama tam bir konsept yapmayarak her şarkıya
içimizden geldiği gibi müzikal farklılıklar ekleme fırsatı da bulduk.
Pallas
her zaman müziğiyle güçlü resimler çizen bir grup oldu? Etkilendiğiniz yazar
veya şairler var mı?
Sözleri
genelde Graeme ve ben ortak yazıyoruz ama ikimizin de çalışma ve yaratım süreci
oldukça farklıdır. Daha sonra bir araya gelip elimizdekileri değiştirme ve
birleştirme süreci başlıyor. Graeme daha çok eski yazarlar gibi yazıyor ve sık
sık edebi betimlemeler kullanıyor. Ben ise olaya daha farklı bir açıdan
yaklaşıyorum. Dolaylı yoldan yapılan anlatımlar kullanmaya özen gösteriyorum.
Birçok yazar severim; ama en sevdiklerimden bir tanesi Alasdair Gray. Kendsinin
sürreal tarzı çok hoşuma gidiyor. Pek fazla İskoçya dışından tanınan bir yazar
değil ama kitabı “Lanark” muhteşem bir eser.
Müzikal
eğitimleriniz var mı? Grup nasıl buluştu bir araya geldi?
Hepimiz
kendi başımıza enstrümanlarımızı çalmayı öğrendik. Ancak Ronnie gerçek bir
piyano eğitimi aldı. Ben gruba ilk albümleri çıktıktan sonra katıldım ama
aslında grubun geçmişi eskiya Graeme’in lise dönemine lise yıllarında
arkadaşlarıyla bir araya gelerek oluşturduğu döneme denk geliyor. 1981 yılına
kadar gruba birçok eleman girip çıktı. Ben orijinal vokalist Euan Lowson’un
yerine 1984’te gruba katıldım. Daha sonra tek değişiklik ise Colin Fraser’in
1998’de orijinal davulcumuz Derek Forman’ın yerine geçmesiydi.
Röportaj
yaptığım her kişiye soruyorum RUSH hakkında görüşleriniz neler ve onların “Vapor
Trails”, “R30” hakkında neler düşünüyorsun?
Doğru
kişiyle konuştuğundan emin olabilirsin. RUSH bana göre tüm zamanların en iyi
grubudur. Bahsettiğin çalışmalar bende var ve hatta şimdiye kadar yaptıkları
her şeye sahibim diyebilirim. Ancak “R30”u henüz baştan sona istediğim gibi
dinleyemedim ama iyi bir çalışma gibi duruyor. “Vapor Trails” tam da aradıkları
yeni kan olabilirdi grup için. Çok sert, öfkeli bir soundu vardı. Belki RUSH
için farklı olabilir ama ben bu albüme bayılıyorum. Pallas’daki diğer
elemanlarda benim kadar fanatk olmasalar da özellikle grubun eski albümlerini
beğeniyorlar.
Bugünlerde
en çok neleri dinliyorsun kimi beğeniyorsun?
Benim
için RUSH. Ama bunun yanında da birçok grubu da severek dinlerim. Diğer
elemanların ise zevkleri değişiyor. Sanırım hepimizin çok sevdiği gruplardan
birisi DEEP PURPLE. “Black Night”ın sert bir yorumunu sık sık çalıyoruz.
Radiohead,
Tool ve Porcupine Tree için neler söylersin?
Ben
bir büyük bir RADIOHEAD fanıyım. “OK Computer” gelmiş geçmiş en mükemmel
albümlerden birisidir. Çok yaratıcı bir çalışma. “The Bends” de çok iyi. Henüz “Kid
A”in içine girebildiğimi söyleyemem. Aynı şey TOOL için de geçerli ama sık sık “Lateralus”
dinlemem gerektiğini söyleyenlerle karşılaşıyorum. Gitaristimiz Neil onları çok
övüyor. Porcupine Tree’i ise dinlemedim.
Günümüz
müzik piyasası ve progresif rock müziğin durumu hakkında neler söylersin?
Piyasada
çok iyi gruplar var. Uzun yıllar boyunca önlerine konulan, seri üretim
malzemelerden sonra insanlar gerçek müziği keşfetmeye başladı. Progresif Rock’a
gelince, sanırım ana akım dinleyicisi bu türün iddia edildiği gibi yeryüzündeki
en kötü müzik türü olmadığını anlamaya başladı. Genç progresif rock grupları
eskilerden etkilendiklerini gizlemiyorlar. Tabi bu progresif rock’ın liste başı
olması ve ticari başarı yakalaması için yeterli değil. Özellikle bizim gibi
grupların stadyum konserleri vermesi asla mümkün olmayacak.
Neden
progresif rock ana akım bir türe dönüşemiyor?
İçine
kolayca girebileceğiniz bir mzikten bahsetmiyoruz. Maalesed bazı grup ve fanların
da bunlarda payı var. “Bu müziği herkes anlayamaz.” Tavrı prog’a karşı bir ön yargı
oluşturuyor. Ancak bu müziğin belli bir zeka ve seviye gerektirdiği ve sadece
dikkat konusunda güçlü olan insanlara hitap edeceği de yadsınamaz bir gerçek.
Sanırım bazı insanlar için prog bu nedenle asla doğru bir müzik olamaz. Ancak
70 ve 80’lerdeki büyük grupların başarısı ve bugünün RADIOHEAD ve MUSE gibi
grupların yaptıkları müziği iyi bir şekilde sunmayı bildikleri için kitlelere
ulaşmayı beceriyorlar.
The
Flower Kings, Spock’s Beard sana neler ifade ediyor? Görüşüyor musunuz?
Diğer
gruplarla görüştüğümü pek söyleyemem ama İngiliz gruplarını bunun dışında
tutuyorum. Özellikle IQ ile çok iyi anlaşıyoruz ama en çok konserlerde görüşme
imkanımız oluyor. Dürüst olmak gerekirse gruptan hiç kimse o grupları
dinlemiyor. Daha önce beğendiğim Spock’s Beard albümleri oldu. Ayrıca gittiğim
The Flower Kings konserinde de çok eğlenmiştim ama evdeysek farklı şeyler
dinliyorum.
Amerika
ve Avrupa progresif rock müziği arasındaki en büyük farklılıklar neler?
İngilizler bu konuda daha sadık gibi…
Amerikalılar
neyin progresif olup olmadığı konusunda daha seçiciler. Onlar olaya daha farklı
bakıyorlar ve belki de bizim grupları daha ana akım olarak görüyor olabilirler.
Ama bizim amacımız da zaten bu düşünceye sahip insanlara ulaşmak olmadı hiçbir
zaman. Avrupa’da ise prog sadece rock’ın farklı bir kulvarı gibi. AC/DC ve YES’i,
GENESIS ve SYSTEM OF A DOWN’u aynı anda dinlemek mümkün burada. Biz de
kendimizi tarzlar arasındaki sınırları kaldırmaya çalışan bir grup olarak
görüyoruz.
Türkiye’ye
gelmeyi hiç düşündünüz ? Umarım ileride sizi buralarda görme fırsatını
yakalarız.
Çok
teşekkür ederim. Türkiye’ye gelmeyi çok isteriz. Orada sadece tatil amaçlı
bulundum ve çok eğlendim. Profesyonel açam içinde orada bulunmayı isteriz. Son
sözüm; umarım sizinle ileride görüşebiliriz.
rockstation@2006