1 Ağustos 2016 Pazartesi

Rich Robinson ve "Flux"

             Bir rock ‘n’ roll grubunun sonunun geldiğinde ötesinde neler olacağını kestirebilmek bazen güç olabiliyor ama konu  Chris Robinson ve The Black Crowes ise müzisyenlerinin hemen hemen hepsinin birer solo şarkıcı ya da şarkı yazarı kıvamında olduğunu anlayabilmemiz güç olmuyor.  Atlanta Georgia çıkışlı The Black Crowes kariyerini noktaladığında Chris Robinson dışında kardeşi Rich Robinson’ın neler yapabileceği merak konusuydu. İlk solo albümü “Paper” çıktığında çoğu dinleyicide pek merak uyandırmadı ama odasında sürrealist resimler çizen bu nadide şarkı yazarı için başarı da gecikmedi. “She Talks To Angels” gibi bir besteyi besteleyebilmek, Patti Smith’in albümünde yer almak ve son zamanlarda Bad Company ile takılmak ise zaten apayrı bir başarı öyküsüydü.

            Çocukluğunda resimle ilgilenen ama babasının rock ‘n’ roll plaklarından geri kalmayan Rich Robinson’ın muhteviyatında Delta Blues’dan tutun klasik rock’ın ve depresif ingiliz folk müzisyenlerinin etkilerini duyumsayabilirsiniz. Özellikle Mississippi Fred McDowell, Mississippi John Hurt, Nick Drake, Jimmy Page, Duane Allman, Keith Richards, Paul Kossoff, Free, Bad Company ve Peter Green gibi isimleri çok yakından takip ettiğini biliyoruz. Ayrıca bu isimler dışında yan etkiler olarak o kadar çok isimle haşır neşir ki bu da kendi müziğinde inanılmaz sesler yaratmasına da olanak tanıyor.

   Rich Robinson’ın ikinci uzunçaları “Through A Crooked Sun” kendi alanında oldukça başarılı bir albüm oldu. Beyazlar içerisinde Rich silüeti ise albümün saf duygularla hazırlanışının bir timsaliydi sanki. Babasına yazdığı şarkılar ve kişisel duygularından ortaya çıkan bu albüm sonrasında da çıtasını oldukça yükseltti. Ardından gelen “The Ceaseless Sight” ise bir başyapıt olarak akıllara kazındı. Bu çalışma Rich’in solo müzikal dünyasında bir çığır açtı ve melankolik bestelerin insan duygusu üzerinde etkilerini gösterdi. “Down the Road” gibi bir eseri yaratması da kendisinin bu alanda ne kadar yetkin olduğunun kanıtıdır. Yalnız bu da değil; geçmişten gelen bilgi ve etki birikimiyle ortaya çıkardığı sesler ve gitar üzerinde yarattığı o tonlarla slide gitarın kendi beste yaratımında bambaşka mecralara sürüklenmesini de sağlamıştı. Blues’u rock ile harmanlayıp üzerine folk etkileri yerleştirmek, ya da etnik müzik üzerine blues’u harmanlayıp insanlara öyle sunmak gibi meziyetleri vardı bu şaheser adamın. Bir filozof vari yapısı olduğu da gerçekti.

     Son albümü “Flux” ise 2016 yılında çıktı. “Flux” aslında çok tecrübeli bir müzisyenin bir sanatçının çıkardığı albüm değil, aynı zamanda kendini oluşturduğu yapıtlarla aşmaya çalışmış hüzünlü bir yakarışçının da şiirsel hikâyesiydi. En başta Rock, folk, soul, funk ve blues’u bir şekilde birleştirmesi,  Led Zeppelin’den Savoy Brown tonlarına, oradan Creedence Clearwater Revival’a kadar her şeyi duyabiliyorsunuz. Eski anlayışla ortaya çıkarılmış ama yine kayıt esnasında 70’lerin aletleri kullanılarak meydana getirilmiş bir çalışma bu. Hiç bitmeyen groovy yapı bestelerin hepsine sinmiş durumda. Bir yeniş Southern Rock grubu olan Blackberry Smoke’dan Charlie Starr’ın albüme konuk olması ise güzel bir tesadüf olmuş açıkçası. Rich’in ayrıksı yönleri bununla da sınırlı değil aslında. “Flux”ın kapağında da apaçık görülüyor ki ciddi bir kimliğe sahip oluşu ve sinemayla da ilgilenmesi de takdire şayan. Eğer hayatınız bir şekilde rock ‘n’ roll ile buluşmuş ise böylesine nadide bir sanatçıyı dinlemek de boş bir iş olmayacaktır.

     

28 Temmuz 2016 Perşembe

Folk & Rock - 3

SEASICK STEVE
Sonic Soul Surfer
Imports



2000’lerle birlikte birden ismini duyuran bir isim Seasick Steve.  Çok yönlü bir müzisyen olmasının yanı sıra gitar işçiliği ve traktörlerle ilgilenmesi de cabası. Müziği öyle çok fazla geleneksel kokmuyor mutlaka içerisinde modern unsurlar bulabiliyorsunuz. Aslında blues ve folktan oldukça besleniyor ama kendi ürettiği ilginç isimli gitarların yarattığı o ambiyans nedeniyle şarkı formatı bambaşka hale bürünüyor. İlk albümü “Cheap” ve ardından gelen “Dog House Music” safi Amerikan müziği kokan çok ilginç albümlerdi ancak sonraki çalışmalarında kendi tarzını yarattı ve kemik dinleyiciler edindi. Bu son albümü de kendisinin artık yüksek mertebelerden seslendiği blues dinleyicilerini mest eden bir yapıya sahip. 

Folk ve Slide gitar tarzını bambaşka potalarda eritmesi ve daha çok geleneksel blues , bluegrass ve folk müziğe yakın durması bu albümün en dikkat çekici unsurlarından. Seasick Steve’in bir sonraki albümde neler yapacağını pek tahmin edemiyorsunuz gerçekten. Bu özelliğiyle parmakla gösterilen bir müzisyen olmasının yanı sıra kendisini dinlediğiniz zaman Amerika’nın o puslu yollarında arabanızla seyrediyor olmanız da olası bir şey. “Sonic Soul Surfer” bu senenin en iyi blues albümlerinden biri olmaya aday. 


SARAH MACDOUGALL
Grand Canyon
Rabbit Heart Music




Kanadalı genç şarkı yazarı  Sarah Macdougall Indie pop tarzındaki hatırı sayılır işleriyle dikkat çekmeye başladı. “I don’t want to be alone anymore” adlı ilk EPsiyle sadece Kanada ve çevresinde duyurduğu ismini “Across The Atlantic” adlı albümüyle iyice dinleyicilerin beynine kazıdı. “Grand Canyon” ise son çalışması kendisinin. Indie Pop sureti çerçevesinde yer ettiği tarzı yer yer elektronik sulara da açılıyor. Gerçekten de hem yürürken hem de bisiklet üstünde yazdığı ilginç şarkılarıyla bazen eğlenceli bazen de çok duygusal ve melankolik duygularda yaşatıyor insana. 

Bu albümde özellikle açılış şarkısı “I Want to see the light (lost from our eyes)” son zamanlarda dinlediğim en iyi beste. İsveççe olarak icra ettiği yoğun hüzün bombardımanı  “Malmö i mitt hjärta” ve albümle aynı ismi taşıyan “Grand Canyon” çok çok iyi çalışmalar. Kanada’nın kendi doğasından feyz alıp bunu kendi ruhuyla birleştirip öyle önümüze sunan bir kişilik Sarah Macdougall. Hisli ve yaratıcı. 


LAURA MARLING
Short Movie
Virgin



İngiliz şarkı/şarkı yazarı kategorisinin en yeni temsilcilerinden bir tanesi olan Laura Marling’in folk müzik çerçevesinde geliştirdiği o büyülü tınılar sayesinde bugün kendi kemik dinleyicisini gerçekleştirmesi tesadüf değil.  “I Speak Because I Can” ve 2013 albümü “Once I Was An Eagle” ile gerçekleştirdiği başarı sayesinde alternatif dinleyicilere de bir şeyler sunması, çok geniş bir alanda eserler yaratması ve Ruthann Friedmann, Sibylle Baier ve Joni Mitchell’dan aldığı feyz sayesinde de onları takip neticesinde çok doğru işler yapan bir sanatçı kimliğinde duruyor. 

“Short Movie” albümü ise hareketli ve yavaş tınılardaki bestelerin dengelendiği, yer yer gitarın Laura Marling’in sesine eşilk ettiği çok değişik içsel bir albüm. İçsel olması da Marling’in kendi sesinden ve müziğinin yarattığı melankolik duygudan kaynaklanıyor. Açılış şarkısı “Warrior”dan tutun “I Feel Your Love”a, oradan da “Walk Alone”a kadar hepsi mükemmel bestelerle dolu. Indie folk dinliyorsanız kendisini takip etmemeniz büyük kayıp olacaktır.