13 Kasım 2012 Salı

Progressive Rock - 6 (Gruplar A-C)

            Şimdi ise daha önce de belirttiğimiz gibi progressive rock dünyasında önem arz etmiş fakat bir türlü şeytanın bacağını kıramamış ama bir şekilde etki yaratmış topluluklara bir giriş yapacağız. Bu grupların bazıları tek albüm yapıp dağılmış bazıları ise birçok çalışmayla dinleyicinin karşısına çıkmış ama sonradan tozlu raflara kendisini yerleştirmiş gruplar olacaktır. Arada müziğe devam eden gruplarda tanıtılacak fakat onlarda eski gruplar olacaktır.


ANABIS
Almanya’nın Marillion’ı sayılabilecek, pek duyulmamış müzik dünyasını epey gerilerden takip etmiş bir grup. Zaman zaman Genesis etkilerini üzerinde taşıyan senfonik yapıdaki besteleriyle tutunmaya çalışmış bir yandan da 80’lerin başlangıcında revaçta olan neo-prog dünyasından da nasibini almıştır. Bu sebeple Marillion’a oldukça benzemektedir. Marillion’un “Script For A Jester’s Tear” gibi bir albümüyle kafa kafaya gidebilecek derecede güçlü bir yapıya sahipken bunu devam ettirememişler ve zaman içerisinde kaybolup gitmişler. Bazen yumuşak tonlarda seyreden şarkıları bir yandan da çok güçlü tınlamakta ve dengesiz bir şekil çizmektedir. 84 yılı “Heaven On Earth” ve hemen arkasındaki “Wer Well” albümü dikkate alınmalıdır.
APHRODITE’S CHILD

Yunanistanlı, 60’lı yılların sonlarında müziğe başlamış, senfonik rock tarzında eserler vermiş gerek döneminde gerekse de günümüzde olsun pek tanınmamış gruplardandır. Bu grup hakkındaki en önemli bilgi Demis Roussos ve ünlü new age müzisyeni Vangelis’in bu grubun üyeleri olduğudur. Yunanlı olmaları dolayısıyla ve çok iyi müzik yapmalarına rağmen Avrupa prog müziğinde pek iyi yerlere gelememişlerdir. 68 yılındaki ilk kayıtları “End Of The World”, 72 yılındaki “666” albümü artık klasikleşmiştir ve içerisindeki “The Four Horsemen” adlı şarkı muhteviyatındaki en ünlü şarkısı olmuştur grubun. Vangelis bu grubun kalbi durumundaydı ve hep progressive müzik yapmak istemişti ama geri kalan üyeler çok farklı tarzlara yönelmek isteyince bu Aphrodite’s Child’ın sonu olmuştur.
ARTHUR BROWN’S KINGDOM COME

Psychedelic space müziğin İngiltere’deki neferlerinden birisidir. Alan Parsons ve Hawkwind gibi büyük isimlerle de çalışmış olan Brown psychedelic müziğe yön vermiş ve değişik açılımlar sergilemiştir. Yoğun klavye ve bas soundu, nereden geldiği belli olmayan deneysel ses melodileri ve yankı dolu vokaller bu oluşumun karakteristik özelliklerinden sayılıyor. Sadece bununla kalsa iyi R&B müziğe de göndermelerde bulunan bu değerli müzik adamı 70’lerde yaptığı iki albümle kült statüsüne erişmiştir. “Galactic Zoo Dossier” ve “Kingdom Come” adlarındaki bu albümler bir dönemi oldukça etkilemiş ve devamında bir sürü grup tarafından taklit edilmiştir. 73 yılındaki “The Journey” albümüyle daha da ileri gitmiş ve başarılarını ikiye katlamıştır. Bu grubun o dönemde oluşturduğu yapı bugün Ozric Tentacles v.b. gruplar tarafından kullanılmaktadır.
ASH RA TEMPEL
          Daha sonra kurulacak The Cosmic Jokers adlı grupta yer almış olan Manuel Göttsching ile eski Tangerine Dream elemanı büyük synthesizer üstadı Klaus Schulze’nin (yine The Cosmic Jokers’da da yer almıştır.) önderliğinde kurulmuş klasik bir krautrock topluluğu. NEU! ve Can gibi gruplara nazaran ismi daha az duyulmuştur fakat az sayıda albüm üretmelerine rağmen etkileyici kalabilmiş nitelikli krautrock gruplarından da bir tanesidir. Yukarıdaki iki isim birlikte grup kurmuşsa mutlaka dinlenmelidir. Bu iki büyük kompozitör Ash Ra Tempel’ı ilk albümünde o kadar uçurmuşlar ki içerisinde yer alan “Amboss” ve “Traummaschine” adlı eserler anında klasik oluvermişler. Karmaşık bir ses dünyasından bir boşluğa düşer gibi hissettiren müzikleri, derinlemesine giden karanlığa doğru giden bir yolu da bize göstermektedir. İkinci albüm “Schwingungen”de Klaus Schulze’nin olmamasına rağmen o aynı karanlık yapıyı sergilemeleri takdire şayan. Özellikle “Darkness: Flowers must die”ın derinlikli ve neredeyse 20 dakikalık “Suche & Liebe”nin o durgun-karanlık yapısı da bu albümün vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Beat şairlerinin en önemlilerinden sayılan Timothy Leary’nin olduğu “Seven Up” albümü ise grubun en iyi işlerinden birisi sayılıyor. Adı üstünde ilk çalışmanın ismi “Space” adını taşımakta. Bırakın ilk 10’u en iyi krautrock albümlerinde ilk 5’e oynayacak derecede güçlü bir çalışmadır “Seven Up”. Psychedelic gitarlar, efektli vokaller ve dehşetengiz bir yapı. Manuel Göttsching Klaus Schulze’nin ayrılmasından sonra grubun ismini kısaltır, Ashra ismiyle ve farklı bir müzikal yapıyla devam eder. Ama 2000 yılında bir “yeniden toparlanma” yüzünden beraber “Friendship” albümünü yayımlarlar. Bu çalışma ise eski Ash Ra Tempel albümlerine pek benzemiyor. Onlar kadar karanlık derin bir müzik içermiyor ama yine de güzel bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.
ATOMIC ROOSTER
İngiliz grup muhteviyatındaki progressive rock tınılarını hard rock’la yoğurması sebebiyle ünlenmiştir. Emerson Lake & Palmer’da yer alan ünlü davulcu Carl Palmer’ında kuruluşunda bulunduğu bu topluluk, Vincent Crane’in Hammond org melodileri ile 70’lere damgasını vurmuştur. Crane’in özellikle 70’lerdeki Deep Purple müziğinde kullanılan o belirgin kilise org tonlarını Atomic Rooster sounduna yedirmesi kendilerini bir anda ayrıksı duruma getirmişti. Sert gitar sololar, onunla beraber giden güçlü baslar ve yüzeyde yer alan müthiş org tınıları. Bunların arasına Carl Palmer gibi usta bir davulcuyu da eklediğinizde ortaya çıkan sonuç oldukça tatmin edici oluyor. İlk albüm bu sayılan özelliklerin hepsini bir arada toplamış sanki. 1970 yılı bu albümdeki enstrümantal “Before Tomorrow” gayet o döneme uygun bir çalışma olarak gözükmekte. Vokalist ve davulcu değişimine uğrayıp ikinci çalışma “Death Walks Behind You”u çıkaran Atomic Rooster bu albümde Hard Rock öğelerini daha çok kullanmıştır. Yeni vokalist John Carr’ın sesi ise Deep Purple’ın ilk vokalisti Rod Evans’ı anımsatırken Crane ise o kaçık Hammond tonlarını sergilemekten geri durmaz. Üçüncü albüm “In Hearing Atomic Rooster” ile yine bekleneni veren grup bir sonraki farklı çalışması “Made In England”da hayranlarını şaşırtmıştır. Bu toplulukta 2000’lerde müziğe devam etmiş fakat çoğu topluluk gibi son zamanlarında pek tutulmamıştır. Sadece kendi kemik dinleyicilerine müzik yaparak devam etmektedir.
AQUARELLE

Kanada’nın prog dünyasına verdiği tek albümlük nadide gruplarından birisidir. Müziklerinde yer alan saksafon melodileri dışında klavye ve o hüzünlü bir şekilde kulaklara çalınan viyolin’in varlığı bu grubun bestelerinde çok önemli bir rol oynamış. Tek albümleri olan kendileriyle aynı ada sahip çalışmalarını çıkarır birde konser kaydı yapar ve sonra ayrılırlar. Fusion caz’ın klasik müzikle ve rock ile buluşmasını güzel sentezleyen gruplardan birisidir.
BEGGAR’S OPERA

İskoçların senfonik rock tarzındaki bilinen gruplarından birisi Beggar’s Opera ilk üç albümüyle progressive rock dünyasında hep parmakla gösterilmiştir ama tabii ki ne bir YES ne de ELP olabilmişlerdir. Vokalist Martin Griffiths’in etkileyici ve karakteristik vokalleri, Alan Park ve Virginia Scott’ın klavye ve mellotron’daki ustalıkları grubun müziğine de yansımış, vokalleriyle dikkat çeken ve müzikal yapısında var olan mellotron ve hammond org’un sayesinde de senfonik ağırlıklı bir topluluk olmuşlardır. ELP ve eski dönem Deep Purple albümlerinde kullanılan kilise orgu tonları bu grubun çoğu eserlerinde baskın bir şekilde duyulmaktadır. Gitarların çok ağırlıklı olmadığı Beggar’s Opera grubunun ilk albümü 71 yılında “Act One” adıyla çıkmıştır. Bu albüm çok başarılı bulunmuş özellikle giriş şarkısı “Poet and Peasant” ve gitar soloların oldukça bol kullanıldığı  “Raymond’s Road”un bizi aniden klasik müzik ve barok müzik seanslarına dâhil etmesi de bu albümün artı noktalarından. Sanki bir kilise içerisinde dolaşıyormuşsunuz hissini veren müzikleri de bir o kadar nostaljik duygular verebiliyor. Sonraki albümler olan “Waters of Change” ve “Pathfinder” ile başarı anlamında daha da ileri giden bu toplulukta düşüş 70’lerin sonuyla birlikte başlıyor. 96 yılında çıkan “Final Curtain” ile gerçekten de çok kötü bir albüm yapmayı başaran Beggar’s Opera daha çok eski albümleriyle bilinmektedir.
BIRTH CONTROL

    German Rock tayfasının en önde gelen isimlerinden birisidir Birth Control. İlk “Backdoor Possibilites” albümü ile tanımıştım ama tabii ki bu albüm grubun orta dönemine tekabül ettiği için çok detaylı bir bilgi birikimine sahip değildim. O haliyle bir hard rock grubunu andıran Birth Control’un daha önceki albümlerine kulak attığınızda her şey birer birer çözülüyordu. Almanya genellikle krautrock gruplarının diyarı olarak bilinse de caz rock veya diğer progressive rock tarzlarında da biraz söz sahibi olmak istiyordu. Burada bir parantez açmak isterim ki o da İngiltere’nin ve İtalya’nın da bu tarz müzik konusunda Almanya ile kapıştığıdır. Bütün bu çekişmeler arasında Progressive Rock dünyası öyle değişken bir yapı sergiliyordu ki müzisyenler bir yaptığını gelecek albümlerde sergilememeye başlıyordu. Caz rock’ın geçmişi fusion’a yakın müzisyenlerin oluşturduğu gruplarca sergileniyor oluşu bir yana sırf eleman değişikliği yüzünden koskoca bir grubun tarzı da yavaş yavaş etki altına giriyor, bambaşka sulara açılıyordu. Birth Control unun en bariz örneğidir.

İlk albümde icra ettikleri caz rock’ın gelecek albümlerde bombardıman şeklinde bir hard rock’a dönüşeceği ve bu grubun da böylece kendi dinleyicilerince efsane kategorisine yerleşmesini engellemeyecekti. Peki, bu grubun sadece bu dönüşümle efsane olması yeterli miydi, elbette hayır. Onun açıklaması ise kendilerinin çok açılımlı müziklerinde yatıyordu. Zaman zaman caz rock diyarlarında geçen müzikleri hard rock kisvesi altında yer yer klasik müzik ve deneysel müziğin sınırlarına da uğradı. Şöyle baksanız dengesiz bir süreç geçiren bu topluluk yaşadığı her değişimden 1977 yılına kadar kârlı çıktı. Aynı adlı ilk albüm, “Operation”, “Hoodoo Man”, “Plastic People ve 1976 yılı albümü “Backdoor Possibilites” ile çok şey başardılar ama 1980’li yıllar onlar için hiç de iyi geçmedi. Bazen saf hard rock icra eden topluluk birçok hayranından da eleştiri almış ve artık geri dönülemez bir yere doğru yolculuk yapmıştı. 1982 yılında ise dağılmış 1995’deki “reunion” sonrası çıkardıkları albümler de hiç ilgi çekmemişti. En son 2003 yılında çıkardıkları “Alsatian” ise çok yanlış bir hamleydi onlar için. Ama german rock denilince, Birth Control akla gelen ilk gruplardan biridir. Davulcu vokalistleri bile vardır. Alman hard rock’ını seviyorsanız zaten yolunuz bellidir.
BLACKWATER PARK

Almanya’nın krautrock arenasında tek albümle ortaya çıkmış ve daha sonra kaybolmuş gruplarından birisi. Saf krautrock yaptıkları zannedilmesin çünkü müzikleri oldukça farklılık arz ediyor. Bugün sert blues rock dediğimiz bir tarzı geçmişte 70’lerde onlar çok güzel uygulamıştır. Çift gitar partisyonları üstüne “heavy” bir müzik sergileyen Blackwater Park’ın 72 yılı tek albümü “Dirt Box” sadece bu müziği dinleyenlerce biliniyor ve seviliyor. Böyle grupların daha da ileri gitmesi imkânsız, devamı gelmemiş bir proje ve daha da başarılı olacakken her şeyi geride bırakıp dağılmak. Belki o zamanlarda müzikal anlayışlar daha farklıydı, belki de başka gruplarda sürdürdüler müzik yaşamlarını ama bugün bile ünlü müzisyenlere ilham aşılıyorlarsa (örn: Opeth’den Mikael Akerfeldt) yapacaklarını yapmışlar demek düşer bize.
BOKAJ RETSIEM

Almanya, yıllardan 1968 krautrock günleri ve karizmatik bir grup. Bazen en sıkı krautrock dinleyenlerin bile bir şekilde ıskaladığı bir grup Bokaj Retsiem. Hammond Org’un müziğin tabanından gelen o ayrıksı sesiyle, heavy gitar riflerinin birbirine karıştığı, şiirsel vokallerin bulunduğu, devamlı gezen davul vuruşlarının zil seslerine bulandığı psychedelic bir kaos albümü, tabi ki ismi üzerinde “Psychedelic Underground”. 1968 yılında bir albüm yapıp hemen ortadan kayboluyorsun ve seneler sonra o yıllarda yapılan müziğin tadını biz çıkartıyoruz. Vokalistin sesi bir nebze eski Deep Purple vokalisti Rod Evans’ı anımsatırken bu topluluğun bir tarafının da blues müzikle ilgisi olduğunu belirtmek gerek. Karanlık bir dünyadan yer altlarından gelen acı bir çığlık gibi tınlıyorlar kulaklarda, bu da “Psychedelic Krautrock”ın tanımı da olabiliyor. Takip edin!
BRAINTICKET

Krautrock sadece Almanya’dan sorulacak değil ya, İsviçre’den de prog dünyasına çok güçlü bir isim armağan edilmiştir. Brainticket ismindeki bu topluluk beyin kimyanızı alt üst edecek düzeye getirmeye ant içmiş bir şekilde müziği deneysel hale sokuyor ve çift analog klavye ile olabilecek en derin noktalara kadar sizi götürüyor. Şu gruba benziyor bile diyemeyeceğim grubun müzikal tavrı sizi kozmik dünyalara uçuracak derecede kuvvetli. “Cottonwoodhill”, “Psychonaut” ve “Celestial Ocean” çok üst düzey albümler olarak bilinirken, grubun 80’lerde ve 2000’lerde oluşturduğu çalışmaları da belli bir kalitenin üstünde gözüküyor. İsviçreli bu dahiler müziğe öyle etki etmişler ki krautrock dinlemeyenleri bile etki altına almayı başarmışlar. Albümlerinde halüsinasyon gören bir insanı müzikle tasvir etmek onların işiydi.
BRÖSELMASCHINE

Prog Folk gruplarının birkaç isim dışında pek şansı olmamıştır, ne Pentangle ve Renaissance kadar büyümüşler ne de onlar kadar iyi albüm üretmişlerdir. Bröselmaschine’de sadece ilk albümünde çıkış yapmayı başarmış yer altı topluluklarından birisi. Atmosferik sayılabilecek müzikleri Amerikan folk’undan İngiliz folk’una ve doğu melodilerine varana kadar geniş bir yelpazede dinleyiciye sunulmuş. Flüt, sitar ve akustik gitarlarla birlikte yapılabilecek en deneysel folk müziğini yapmayı başarmışlar. 71 yılında, kendi adlarını taşıyan ilk albümleri kulaklarda o kadar güzel tınlıyor ki bu bağlamda geleneksel bir şarkı olan “Lassie”, “The Old Man’s Song” ve albümün açılış çalışması “Gedanken” grubun en üst noktası sayılıyor. Joni Mitchell, Bert Jansch, Hoelderlin, Emtidi gibi isimlerle beraber anılsa hiç sırıtmayacak derecede kaliteli eserler üreten bu psychedelic folk topluluğunu dinlemenizi öneririm.
CAROL OF HARVEST

Carol of Harvest sadece bir albüm çıkarmış, Almanya’nın ender progressive folk gruplarından. Her folk grubu gibi etkilerini Pentangle, Renaissance ya da Clannad gibi gruplardan almışlar. 78 yılında, kendileriyle aynı adı taşıyan albümde vokalist Beate Krause aynı Sandy Denny gibi şarkılara derinlikli, öykünerek vokal yapmıştır ve bu da grubun psychedelic yapısına uygun düşmüştür. Bestelerde genellikle folk ağırlığı pek bulunmuyor fakat genellikle mid-tempo giden bu eserlerde klavyenin ağırlığı ön planda diyebiliriz. Klavye müziğin psychedelic olmasını gitarlar ve vokaller ise şarkıların bir parça folk olmasını sağlamış. 16 dakikalık “Put On Your Nightcap” dışında ilgi çeken çalışmalar olarak “You And Me”, “Try A Little Bit” ve “Sweet Heroin” gibi şarkıları örnek verebiliriz. Carol of Harvest bu tek albümden sonra kayıplara karışıyor ve kendileri hakkında pek bir bilgiye sahip olamıyoruz. Eğer çok daha erken zamanlardan itibaren buluşup albüm çıkarabilselerdi bu birikim ile Almanya’nın Pentangle’ı olmaları işten bile değildi.
CLEARLIGHT

Fransızların senfonik progressive rock'taki en bilinen gruplarından bir tanesi. Bünyesinde ünlü müzisyenleri barındıran grup caz etkili bazen space rock taraflarında gezen saksafon ve violin katkılı bir müzik yapıyor. Gong'dan Steve Hillage, Tim Blake ve Didier Malharbe, Magma grubundan ise Didier Lockwood Clearlight'ın albümlerinde yer alan isimlerden bazıları. Bu müzisyenlerin grupta yer alması sebebiyle topluluk müziğini de bir anlamda daha çok dinleyiciye tanıtma amacına ulaşıyor. Clearlight'ın başyapıtları diyebileceğimiz ilk albüm 73 yılında "Clearlight Symphony" adında çıkmıştır. Ardından gelen "Delired Cameleon Family", "Forever Blowing Bubbles" ve 78 yılı "Visions"ın önemini burada belirtmek gerekir. Bu albümlerle Fransa'nın da bu tarz müzikte ne kadar ileride olduğu görülüyor. 1990'da yayımlanan ve ilk albümün devamı niteliğini taşıyan "Clearlight Symphony II"de grubun başarılı örneklerinden birisidir. Topluluk günümüzde de Cyrille Verdeaux önderliğinde müziğine devam ediyor.
COMUS

Comus için İngilizler'in acid folk alanında ulaştığı en son nokta denilebilir. Müzikleri progressive folk olarak da adlandırılır ve sadece tek albümle eski dönem acid folk tarzının yeniden tanımlanması bu grup sayesinde olmuştur. Bazı çalışmalarında Psychedelic tınılarına da rastlayabileceğiniz bu grubun çok fazla albümü bulunmamaktadır. 71 yılı "First Utterance" adlı kayıtla günümüz progressive müziğine de etki edebilen grup yer yer Jethro Tull ve Curved Air etkileri, akustik flamenko dokunuşları ve King Crimson müziğinden yoğun derecede feyz alışları sayesinde çok karmaşık sayılabilecek derecede vokal partisyonlarına da sahiptir. Viyolin, viyola, flüt, obua ve perküsyonlar müziklerinde çokça yer bulur. Bu grubun günümüzdeki en önemli takipçisi ise Opeth'den tanıdığımız Mikael Akerfeldt'dir. İleri düzeyde progressive rock plak toplayıcısı olan Akerfeldt, bu grubun plaklarını koleksiyonunun en değerli parçası olarak görür ve bazı röportajlarında bu grubun tişörtünü giyerek de topluluğa olan hayranlığını gösterir. Comus'u ilk olarak dinlemekteyseniz pek birşey anlamayabilirsiniz; çünkü üst üste zekice yerleştirilen melodiler birkaç dinlemeden sonra ortaya çıkar ve grubun müziğine hayran olursunuz. Diana, Drip Drip, Song to Comus gibi çalışmalarla gerçekten de hatırı sayılır iş yapmış ve yıllar sonra bile bir çok dinleyiciyi ve müzisyeni etkisi altına alabiliyorlar. 2012 yılında ise grubun Out of the Coma albümü çıkmış ve eski günlerindeki gibi aynen aynı kalitede müziklerini yorumlamışlardır.
CORNUCOPIA

Cornucopia, ünlü krautrock plak şirketi Brain Records’un kataloğunda rastladığım tek albüm yapıp dağılmış Alman bir gruptu. 1990’ların sonunda ise yine ünlü plak şirketi Repertoire Records cd’lerinin Türkiye’ye daha çok gelmesiyle beraber bu tek albümlük gruplara da rahatlıkla ulaşabiliyorduk. Bu katalogda Electric Sandwich ve Lava gibi gruplar da vardı fakat Cornucopia benim için biraz daha ön planda olduğundan –albümün kapağını çok sevmiştim- onu edinip dinlemiştim hemen. Bir rock müziğin oluşması için hangi müzik aletleri gerekliyse Cornucopia bunun üstüne flüt, saksafon gibi enstrümanları eklemiş, dahası Pink Floyd benzeri dokunuşlarla süslemiş bir fantastik psychedelic grup görüntüsü çizmekteydi. Bir de bu özelliğin üzerine caz ve canterbury ekolünün gruplarınca sergilenen yapıyı eklediğinizde ortaya çıkan sonuç inanılmazdı. Topluluk albümde yer alan 4 çalışma ile kendisini sevdirmiş ve hemen ardından dağılmıştı. Sırf bu sebepten bile efsane olabilecek kapasitede iyi bir gruptur. Bahsettiğim albümün ismi ne mi? Tabi ki 73 yılı basımlı “Full Horn”.
CRESSIDA

Senfonik rock tarzında İngiltere’nin yer altı topluluklarından birisidir. Sadece iki albüm yapıp dağılmışlardır ama oluşturdukları bu iki çalışma o kadar önemlidir ki günümüz müzisyenlerini bile etki altına almıştır. Aynı adlı 72 yılı albümü bir klasik olmakla birlikte Caravan, Fruupp, The Moody Blues gibi grupların sentezini yapmış ve bu sayede kendi melodik soundlarını oluşturmuşlardır. 71 yılı bir sonraki “Asylum” albümüyle de başarılı bir grafik çizmiş fakat bu çalışmanın ardından ortadan kaybolmuşlardır. Cressida, folk, psychedelic, caz gibi türleri harmanlamış ve bestelerinde org melodilerini yoğunlukla kullanan önemli gruplardan biridir.
CURVED AIR

İsimleri Caravan, Renaissance gibi gruplarla birlikte anılan İngiliz progressive rock grubudur. Müzikal tarzlarını bir yere yerleştiremezsiniz, özgür bir biçimde folk, klasik müzik ve fusion cazın sentezini kurmuşlar ve 70’li yıllarda çıkardıkları albümlerle adından söz ettirmişlerdir. Vokalist Sonja Kristina geçmiş dönemlerden beri grubun ilgi odağı durumunda ve bu yüzden Renaissance dinleyicilerine de yakın gelen bir tarzı var. Curved Air’in ilk iki albümü olan “Airconditioning” ve “Second Album” çıktıkları yıl haklı bir ilgiyle karşılanmış ama asıl başarı “Phantasmagoria” albümü ile gelmiş. 72 yılı bu albümdeki “Melinda” şarkısı çok beğenilmiş, grubun klasik müzikten yaptığı varyasyonlar da çok tutmuştur. The Police davulcusu Stewart Copeland ise bir dönem bu toplulukta yer almış 75 ve 76 yıllarındaki albümlerde çalmıştır. Bu topluluk 2000’lerde de müzik yapmıştır ve yapmaya da devam ediyor ancak ne var ki geçmiş dönemdeki başarıları maalesef yok.
...

Progressive Rock - 5 (20 Albüm)

                                       20 ALBÜMDE PROGRESSIVE ROCK


           Bu yazıda pek bilinmeyen grupları ele alacağız fakat bu müziğin başlamasına sebep olan ve dinlenilmesi elzem olan topluluklar ve albümler vardır onları da açıklamazsak taşlar yerli yerine oturmayabilir. Bir sonraki sayıda yer alacak onlarca grup şimdi yazacağımız gruplar ve albümlerden çok etkilenmiş, zaman zaman onların açtığı yoldan ilerlemiş ve müziklerini geliştirmişlerdir. Şimdi ise bu topluluk ve onların çıkardığı klasiklere bir göz atalım ve yine yinelemekte sakınca görmüyorum ki bu albümleri dinlemeden diğer sayfalarda yer alan toplulukları dinlemeyin. İlk önce işin ustalarını bilmek ve sonrasında devam etmek gerekir.

1 – PINK FLOYD – A Saucerful of Secrets (1968) : Bir ruhsal karmaşanın yarattığı psychedelic progressive rock albümü. Bu albümün önemi çok büyüktür. Çünkü Syd Barrett gibi bir şahsiyetin beyninin içerisinde oluşan bu nadide eser ileri dönemlerde ortaya çıkarılmış çoğu psychedelic albümün temelini atmıştır. Dinlenilmezse büyük bir eksiklik yaratacak ve Barrett’in dumanlı ortamlarda geçirdiği ve üretimlerde bulunduğu anları anlayamayacaksınız.
2 – YES – Close to the Edge (1972) : 1971 yılı “Fragile” albümü ile bunu ortaklaşa tavsiye etmekten başka çare yok. Steve Howe’u Chris Squire’ı Bill Bruford’u ve Rick Wakeman’ıyla YES 70’lerin en şaşalı yıllarına damgasını bu albümle vurmuştur. Jon Anderson’un farklı sesi de o dönemde çok tutulmuş ve grubun başarılı olmasındaki en büyük etkenlerden birisi olarak düşünülmüştür. Senfonik Rock deyince ilk adres olmalıdır. YES bu, dinlememek olmaz.
3 – KING CRIMSON – In the Court of the Crimson King (1969) : “'21st Century Schizoid Man”i ve “Epitaph”ıyla kusursuz bir başyapıt. Progressive Rock listelerinde çoktan en üstleri ele geçirmiş bu albüm gitar dehası Robert Fripp ve arkadaşlarının beyninden çıkma o klasik sound ile müzik dünyasına koskoca bir imza atıp gitmiştir. Albüm kapağı ile zaten ilgi çeken bu çalışma her yönü ile klasikleşmiş durumda ve arkadan gelen birçok grubu da yoğun bir şekilde etkiliyor.
4 – PINK FLOYD – The Dark Side of the Moon (1973) : Syd Barrett’in ardından gruba gelen David Gilmour’un kalbinin Roger Waters’ın beyni ile beraber yarattığı bu efsane albüm Rick Wright’ın klavye soundu ile en yükseklere çıkıyor ve zamanının ötesinde her zaman güncel kalabilecek bir yapı da barındırıyordu. “The Dark Side of the Moon” hala deli gibi satılıyor, eğer bu efsane albüm bir şekilde unutulduğu takdirde sağlam ayaklardan birisi de artık olmayacaktır. Bu albümden sonra gelen “Wish You Were Here”, “Animals” ve  “The Wall” kaydını unutmamak gerekir.
5 – EMERSON LAKE & PALMER – Brain Salad Surgery (1973) : Bu topluluğun “Tarkus” albümü de köşe taşlarından birisidir ama “Brain Salad Surgery” her anlamda biraz daha ön planda. Gerek müzikalitesiyle olsun gerek düşünsel açıdan duruşu ile olsun senfonik progressive rock denildiğinde akla gelecek ilk albümlerden birisidir. Keith Emerson’u Carl Palmer’ı ve Greg Lake’i mutlaka tanımalı ve bilmelisiniz yoksa bu efsane müzisyenler yüzünden çarpılma olanağınızda yüksek. “Brain Salad Surgery”. Sadece kapağına bakın ve müziği düşünün.
6 – JETHRO TULL – Thick As A Brick (1972) : Tarih 1972 ve Progressive Folk yılları. Jethro Tull bu işin öncülerinden birisidir ve öyle bir yol açmıştır ki ardından gelen yüzlerce topluluk onların izinden gitmiş ve başarılı olmuştur. Biri 22 diğeri ise 21 dakika süren epik folk besteleri yüzünden bu albüm bir klasik olmuştur. Ian Anderson’un şiirsel flütleri de bunun yanında cabası. Fairport Convention ile akrabalık bağları bulunan bu efsane topluluk hala iyi işler yapmaya devam ediyor.
 7 – GENESIS – Selling England By The Pound (1973) : Genesis progressive rock denilince ilk dönemleri hemen akla gelmelidir. “Foxtrot”, “Nursery Cryme” ve özellikle bu albüm sayesinde büyük bir kapı açılmış ve arkalarında yüzlerce topluluk onları takip etmiş ve Genesis klonu sayılabilecek topluluklar doğurmuştur. Neo-Progressive ilk önce nereden doğdu? Hangi grup yüzünden bu akım meydana geldi cevabı ise Genesis’te saklıdır. Buyurun! Steve Hackett, Tony Banks, Phil Collins, Peter Gabriel ve Mike Rutherford. Bu isimlerin hepsi birer değerdir.
8 – VAN dER GRAAF GENERATOR – Pawn Hearts (1971) : Peter Hammill ve David Jackson öncülüğünde gelişmiş kendine özgü bir müzik yapan efsane topluluk. Peter Hammill’in kendine özgü vokalleri ve hem alto hem de tenor saksafonu aynı anda çalabilen bir David Jackson. Bu albümün çok önemli olmasının sebebi Van der Graaf Generator’un altın yıllarına denk gelmesi ve progressive müziğin daha da fazla gelişmesine neden olmasıdır. 70’lerdeki her albümü detaylı olarak incelenmesi ve takip edilmesi gereken çok önemli bir topluluktur Van der Graaf Generator. Kuantum Fiziği ile ilgilenenler ve bu konuya merak salanlar için biçilmez kaftandır bu topluluk.
9 – RUSH – 2112 (1976) : Kanadalı bu efsane topluluk hard rock ve progressive rock arası müzikleriyle 70’lere sıkı bir şekilde damgasını vurmuştur. Ayn Rand’ın bir kitabından etkilenipte ortaya çıkardıkları bu albüm artık bir klasik sayılmaktadır. Geddy Lee, Alex Lifeson ve bir davul profesörü olan Neil Peart sayesinde progressive müziğe güçlü bir imza atmışlar ardından gelen yüzlerce progressive rock ve progressive metal gruplarını derinden etkilemişlerdir. Bu albümle birlikte “Moving Pictures” ve “Hemispheres” mutlak suretle dinlenmelidir. Sound nasıl yaratılır sorusunun cevabını ise her ne kadar eleştirilse de “Test For Echo” ve “Snakes & Arrows” albümlerinde bulabilirsiniz.
10 – CAMEL – Mirage (1974) : Kısaca senfonik rock’ın başyapıtlarından birisidir. Andy Latimer progressive rock gitar’da bir markadır ve onun tınılarını dinlemeden ne bir sonraki dönem gruplarına geçmelisiniz ne de o grupları tanımaya çalışmalısınız. Latimer’ın öncülüğünde gelişen Camel müziği bugün en uç progressive metal gruplarında bile etkisi görülebiliyor. Müzik 1970’lerde yapılmıştır savının en büyük kanıtlarından birisi de bu albümdür. “Lady Fantasy” ve “Nimrodel” bölümlerine detaylı olarak bakmalı ve sindirilmelidir. Tıpkı “Mirage” gibi “The Snow Goose” ve “Moonmadness” iyidir ama son dönem çalışmalarına baktığınızda “Harbour of Tears” ile karşılaşmak bir bünye için olumsuz sonuçlar doğurabilir, Latimer’ın gitarıyla hüzüne dalar “Rajaz” albümüyle ise uzaklara dalıp gidersiniz.
11 – ELOY – Ocean (1977) : Atlantis’in doğuşunu yükselişini ve batışını anlatan büyük albümlerden birisi. “Poseidon’s Creations” –aslında çok daha uzun bir ismi vardır- en iyi açılışa sahip albümlerden birisidir, çünkü atmosferik yapısı ile sizi başka dünyaya sokar. Buradaki atmosferik bas ve klavye melodilerinden etkilenmemek için duygusuz olmak gerekir. Eloy psychedelic progressive rock tarzının sınırlarını çizmiş çok önemli bir topluluktur. Frank Bornemann önderliğinde müzik yapan Eloy 70’lerde German Rock furyasında fırtına gibi esmiştir. Dinleyiciler onları senfonik etkili ve atmosfer yaratmada kusuruz sayılabilecek bir albüm olan “Dawn”ı yaratan grup olarakta tanırlar.
12 - GENTLE GIANT – Octopus (1972) : Gentle Giant bu listedeki çoğu grup gibi İngiliz. Bu durum da ister istemez öncü olmayı da gerektiriyor. Tabii bunun için bazı niteliklerin de var olması lazım özgünlük gibi. Gentle Giant aşırı karmaşık müzik yapısı ile kendine özgü olmayı başarabilmiş ve efsaneler kategorisine haklı olarak yerleşmiştir. Rock ve caz müziğini koral bir yapıyla birleştirmek Gentle Giant’ın alanına giriyor ve “Octopus” klasiği de bunun en güzel örneklerinden birisi. Bu topluluk olmasaydı progressive müziğin birçok topluluğunu bile dinleyemeyecektik. Echolyn gibi… Onlar da önemli!
13 - TANGERINE DREAM – Ricochet (1975) : Almanya’nın Kraftwerk ile birlikte elektronik müzikteki öncü topluluklarından birisi hatta en önemlisi. Bu konser kaydı atmosferik müziğin dönüm noktalarından birisine işaret eder. 17 ve 21 dakikalık “Ricochet” bölümleri sayesinde elektronik müzik çağ atlar. Edgar Froese, Peter Bauman ve Christoph Franke’nin bulunduğu bu konser albümü dışında “Electronic Meditation”, ve yine bir dönüm noktası olan “Phaedra”, “Rubycon”, “Stratosfear” ve “Cyclone” albümlerini iyice dinlemeli ve müziğin derinliğine inmelisiniz. Bu grubu ancak böyle anlayabilirsiniz.
14 – AMON DÜÜL II – Phallus Dei (1969) : 1960’larda komünal olarak yaşayan politik gruplardan en iyisi sayılabilecek derecede güçlü ve şahsiyetli bir isimdir Amon Düül II. Bilinen üç Amon Düül vardır fakat “II”.si en büyük patlamayı gerçekleştirmiş ve krautrock’ta bir marka olabilmiştir. Krautrock topluluklarına bakın çoğu bu topluluktan etkilenmiş “Phallus Dei” ise bir kilometre taşı albümlerden birisi olmuştur. Org, synthesizer, tamborin ve perküsyonları çok zekice müziklerine yerleştirmişler ve ortaya böylesine kült bir albüm çıkmıştır.
15 - CAN – Ege Bamyası (1972) : Krautrock’ın dolayısıyla progressive rock müziğin öncü gruplarından birisi. Efsane kişilik basçı müzisyen Holger Czukay ve klavyeci Irmin Schmidt isimlerini bir yere kazımak ve akıllardan hiç çıkarmamak gerekiyor. Amon Düül II gibi bu toplulukta politik takılmış ve zamanının komünal örgütlenmelerine destek vermiştir. Müziklerinde doğaçlama ön planda olduğu ve birçok tarzı beraberinde icra ettikleri için müzikleri kolayca kategorize edilemez ama bazı kaynaklarda krautrock olarak geçtiği de doğrudur. “Ege Bamyası” ilk dinlendiğinde anlaşılamayan ve defalarca dinlediğiniz zaman bile anlamayacağınız ilginç albümlerden bir tanesi. Öncü ve klasikleşmiş ve defalarca onun gibisi yapılmaya çalışılmış.
16 - HAWKWIND – Warrior on the Edge of Time (1975) : Psychedelic Space Rock’ın İngiltere’deki efsane temsilcisidir. Almanya’da Eloy ne ise İngiltere’de de Hawkwind odur ve bu durum space müziğin daha da gelişmesine neden olmuş her iki taraftan da bombardımana uğratılan 70’ler dünyası onlar sayesinde birçok grubun kurulmasına neden olmuştur. 2000’lerin progressive rock dünyasında da etkileri çok rahat gözlemlenecek olan bu durum sonucunda Hawkwind’in ne kadar da önemli bir topluluk olduğunu gözler önüne seriyor. Kadrosunda Motörhead’in Lemmy’sinin de bulunduğu bu grubun “Warrior on the Edge of Time” albümü topluluğun en iyi ve en önemli çalışmasıdır.
17 – KRAFTWERK – Tone Float / Organization (1969) : Krautrock ve elektronik müziğin yaratıcılarından sayılan efsanevi Alman topluluğudur. Bu albüm ise onların en başarılı yönü olan sentez kurmayı ve öncü olmayı gösteriyor. Basil Hammoudi’nin perküsyonları, Florian Schneider’in flütleri ve neticesinde org melodileriyle açığa çıkan efsanevi bir çalışma. Progressive müziğin elektronika ile buluşmalarını seviyorsanız bu grubu ve bu albümü derinlemesine dinlemelisiniz.
18 – ALAN PARSONS PROJECT – Tales of Mystery and Imagination (1976) : Alan Parsons progressive ve elektronik müzikte bir markadır. Senfonik Rock olarakta çok büyük işlere imza atan bu müzisyen Pink Floyd’a dahi ses mühendisliği yapmış yeteneğini konuşturmuştur. Edgar Allan Poe hikâyelerinden esinlenip yaptığı bu albüm hem kendisinin ilk çalışması hem de müzik tarihinin en başarılı albümlerinden birisi sayılıyor. “I Robot” ve “Eye In The Sky” gibi çalışmalarına da bir kulak atmanız gerekmektedir.
19 - FAIRPORT CONVENTION – What We Did On Hour Holidays (1969) : İngilizlerin progressive folk alanındaki en büyük isimlerinden Fairport Convention müziklerinde kendi folk müziklerinden başka Amerikan folk ve blues müziğini de kaynaştırmasını iyi bilir. Strawbs üyesi rahmetli Sandy Denny’nin de kadrosunda bulunduğu bu topluluğun 70’lerde çıkrdığı her albüm belli bir kalitenin üstündedir ama “What We Did On Hour Holidays” ile müziğe koskoca bir imza atmışlardır. Her yönüyle klasikleşmiş olan bu albümde “Fotheringay” bir başkadır.
20 – MARILLION – Misplaced Childhood (1985) : Genesis, Camel gibi toplulukların 80’li yıllardaki o soundu Marillion’un da kurulmasıyla neo-progressive gibi bir tarzın doğmasına yol açmıştı ve Marillion’un “Misplaced Childhood” albümü bu bağlamda tüm zamanların en iyi neo-prog klasiği olmuştu. Marillion’un üçüncü albümü olan “Misplaced Childhood” ilk albümden beri getirdiği hüzünlü bir hikâyenin de son zamanlarını anlatıyordu. “Kayleigh” ve bir hüzün timsali olan “Lavender” bu albümden çıkan en ünlü şarkılar oldu.

• Yukarıda saydığımız gruplar ve albümler dışında progressive rock’a çok büyük katkı sağlamış bazı isimleri de yazmadan edemeyeceğim. Bu topluluklar ve isimler ise öncelikle Frank Zappa, Mahavishnu Orchestra, Weather Report, Santana, Jean-Luc Ponty, Miles Davis, Brian Auger, Stanley Clarke, Al Di Meola, John McLaughlin, Pat Metheny, Pekka Pohjola, Joe Zawinul ve Allan Holdsworth. Bu isimlerin hepsi caz müziğine yıllarını vermiş büyük müzisyenlerdir ve progressive müziğe direkt ilk elden etkiyi yaparlar. Bunun için önemlilerdir. Bir progressive rock dinleyicisiyseniz bu isimlerin müziğini de tanımak gereklidir.

* siyahbeyaz ve progtürk sitelerinde yayımlanmıştır.

9 Kasım 2012 Cuma

Progressive Rock - 4 (Türler)

                    PROGRESSIVE ROCK  İÇERİSİNDEKİ BAZI ALT TÜRLER


Psychedelic Space Rock: Her ne kadar progressive rock alt türü olarak geçse de bu birbirinden ayrı iki tarz aslında progressive rock müziğinin temelini oluşturmuştur. Burada psychedelic / space rock ile psychedelic progressive rock konularına bir açıklık getirmemiz gerekiyor. Genelde bu iki tanımlamayı birlikte ele alırlar ve hepsi de progressive rock’a ilk elden etkiyi yapan, çok genel ve çok detaylı ana akımlardır. Psychedelic rock, LSD etkisinde müzik yapan, beat jenerasyonu ile alakalı, gitar efektlerini sonuna kadar kullanıp bunların içerisinde doğaçlamalarla müzikal bir mastürbasyon yaşatan toplulukları içine alır. Space rock tanımı ise müziklerinden ziyade işlediği bilimkurgusal konularla öne çıkan gruplara verilen genel addır. Psychedelic rock ile müzikal olarak bağlantıları vardır fakat dediğimiz gibi farklılık işlenen konulardan ortaya çıkar. Bir psychedelic grubun, space rock sayılabilmesi için bu gereklidir. Günümüzde bu kategorileri yapan bazı müzik yazarları, siteler vs. çok daha önce psychedelic progressive rock tanımı içerisinde space kavramını kullanmıyorlardı ama ilerleyen zamanlarda “space” kavramının da buna dâhil edildiğini görüyoruz. Psychedelic ile progressive akımları birbirine yön veren akımlar olarak görülse de ikisi çok farklı alanlara çıkar ve zaman içerisinde buna psychedelic progressive rock adı verilir. Bu müzik tanımlarının yanında onlara destek olabilecek iki akım daha vardır ki bunlar krautrock ve canterbury adını almıştır. Mesela canterbury sound’un önemli gruplarından olan Caravan bu bağlamda senfonik rock ile psychedelic arasında bir köprü görevi de görür. Bu konu belki de progressive rock’ın en karmaşık ve zor konusudur. Bir topluluk senfonik yönde ilerlerken bir albümüyle psychedelic / space rock kulvarında yer alabilmektedir. Yine bir topluluk sadece psychedelic tarzda müzik yaparken bir albümünde “space” öğelerini müziklerinde kullanarak öyle de devam etmektedir. Bu ana akımda bir topluluk sonuna kadar aynı öğeleri müziklerinde kullanmayabilir, mutlaka bir değişim gösterir ve bunu uygular ama uygulamayan gruplar da vardır tabi… Birde 70’ler döneminden bu tarzla ilgisi olmayan gruplar vardır ki onlarda kendi kulvarlarında müzik yaparlar. Pink Floyd, Eloy, Hawkwind ve Nektar bu akıma bağlıdırlar. Son dönemden ise Ozric Tentacles’in ismi sayılmalıdır.


Senfonik Rock/ Senfonik Progressive: Senfonik rock kaba tanımla progressive rock alt türü gibi görünüyor fakat aslında progressive rock'tan apayrı ve tek başına irdelenmesi gereken çok geniş bir türdür. Ama zamanla müzik medyası tarafından progressive rock'ın içerisine adapte edilmiştir ve bugün de bir alt tür olarak yer alır. Bach, Mozart, barok müzik ve klasik müzikteki romantik akımın yeri senfonik rock tanımı içerisinde çoğunlukla yer alır. 60'ların sonlarında King Crimson, Pink Floyd gibi toplulukların albümleri yoğun olarak senfonik öğeler taşımasa da yine içerisinde bir parça bu etkiye rastlanmıştır. İlk dönem eserlerde progressive rock grupları sadece klavye, synthesizer ve moog gibi enstrümanlarla bu senfoni etkisini başarıyla müziğin içerisine yerleştirmişlerdir. YES, Genesis, ELP, The Nice, Aphrodite’s Child, Beggar’s Opera, Renaissance ve Camel gibi gruplar bu akıma bağlı müzik yaparlar.



Canterbury Sound: Canterbury sound İngiltere’nin Canterbury şehrinde gelişen bir progressive rock akımıdır. Bu akımın en büyük özelliği bu akıma bağlı grupların caz, fusion ve psychedelic müziği sentezlemesidir. Bu tarzı icra eden gruplar her ne kadar farklı soundlar sergilese de özünde bu iki müzik yatmaktadır. Bu sebeple yollar tek yere çıkar. Bu akımın en önemli grupları arasında ise Caravan, The Soft Machine ve Gong’dur. Zamanımızda ise bu tarz belli başlı gruplar tarafından yaşatılmaktadır. Günümüzdeki en önemli temsilcisi ise Gentle Giant etkili müzik yapan Amerikalı grup Echolyn’dir. Echolyn aynı zamanda senfonik rock bünyesinde de yer alır.


Caz Rock/Fusion: Ana müzik stillerinden olan caz sadece kendi başına bile çok geniş bir tarzdır. Klasik müziğin ciddiyeti ve özgür açılımlara yer vermemesinin aksine caz doğaçlamaya yakın, serbest ve özgür çalışmalar içerir. Klasik caz türün ana öğesi olup yanında birçok alt tarzı da getirmektedir. Fusion bunlardan en eklektik olanına sahiptir çünkü salt caz yanında fusion’un içerisine her tür müzik girmekte bunları doğaçlama şeklinde olsun başka tarzlarda olsun yorumlanmaktadır. Her ne kadar cazın alt türü olarak görünse de ayrı olarakta ele alınabilir. Caz Rock ise 60’larda yeşermeye başlamış ve o zamanının kült gruplarından etkilenimlerle bugüne kadar gelmiştir. Progressive Rock içerisinde o kadar çok caz rock ve fusion sanatçısı/grupları vardır ki bu isimler bu müziğin temelini de oluşturmaktadır. Sırf bu sayede progressive rock alt tarzlarından birisi olan Canterbury Sound’un içerisindeki yoğun caz ve fusion etkisi buna örnek gösterilebilir. Frank Zappa, Mahavishnu Orchestra, Weather Report, Colloseum, John McLaughlin, Allan Holdsworth, Pat Metheny bu müziği icra eden kült müzisyenler ve gruplardır.



 Krautrock: İngiliz askerlerin Alman askerlerini “gereksiz” anlamında “kraut” diye çağırmasından kalan bu isim zamanla benimsenmiş ve rock müzikle ilişkilendirilmiştir. Aşağılayıcı bir sıfat olması dolayısıyla daha sonra german rock olarak adlandırılan krautrock, Almanya’da doğan geniş bir müzik tarzıdır ve progressive rock akımı olarak geçer. Bazı yerlerde “kozmik müzik” sıfatı da taşır. 1968 olaylarının çıkması dolayısıyla o dönemde yeşeren öğrenci hareketleri ve anarşist eylemlerin sonucunda gelişen bu akım sayesinde Almanya özgür müzik hareketlerine de başladı. Komün halinde yaşamalar sayesinde saatlerce birlikte olup müzik yapabiliyorlardı. İşte krautrock tam bu sırada doğdu. Müzikal açıdan deneyselliğin sınırlarını zorlamaları, yenilikçi olmaları ve elektronik müziğin doğuşuna ön ayak olmaları da işin cabasıydı. Ses alanında birçok yeniliğe el attılar, liriksel olarak da anarşizmin getirdiği yoğun bir protest duyguyla çalışıp şarkılar yazmışlardı. Savaş karşıtlığı, çiçek çocukları tripleri de beraberinde geliyor ve bir anlamda her şeyi yeniden başlatıyorlardı. Bu tarzın en bilinen grupları ise sırasıyla Kraftwerk, Can, NEU!, Amon Düül II ve Faust’dur.



 Neo-Progressive Rock: Progressive rock'ın son dönemlerde en değer gören alt dallarından birisidir. 1980'lerde filizlenmeye başlamasının yanı sıra içerisinde barındırdığı pop melodileri ve az, kıvamına yardımcı olacak derecede elektronica etkilerini içerisinde taşır. Progressive rock'ın bu alt dalının ilk olarak İngiltere'de filizlenmeye başlaması ve Genesis'in 70'lerin sonunda ve 80'lerin hemen başında yayımladığı albümlerin yoğun etkisi sonucu oldu. Camel ve YES'in 80’lerin hemen başlarındaki çalışmalarının bu tarzın neredeyse temelini atışı, İngiltere'de Marillion ve IQ gibi grupların müziğe başlaması, arkasından bir sürü neo-prog gruplarının kurulmasına da yol açtı. İngilizlerin bu tarz müzikte daha yetkin oldukları bilinmesine karşın ilk dönemlerde Amerika ve son dönemlerde de Avrupa prog müziğinde neo prog etkili toplulukları görmek mümkündür. Neo progressive rock müziği içinde barındırdığı yoğun duygusal pasajlarla diğer alt dallardan ayrılıyor. 1980'lerdeki Neo progressive rock albümlerinin soundu çok çiğ olmakla birlikte 80 dönemindeki o müzikal etkileri de üzerinde taşır. Bazı albümlerde high-tech soundu bile çok belirgindir. 90'lı yılların başlaması ile birlikte özellikle Amerika'daki grupların çalışmaları ile bu etki yavaş yavaş ortadan kaybolur, yeni yeni topluluklar ortaya çıkar ve bugünkü halini alır. Marillion, IQ, Pallas, Pendragon, Arena, Twelfth Night, Iluvatar ve ilk dönem Enchant bu akımın önde gelen isimleridir.



Progressive Folk: Folk kendi başına öyle güçlü bir müziktir ki bunu Amerikan ya da İngiliz folk müziğinden anlamaktayız. Amerika’dan Woody Guthrie, İngiltere’den ise Bert Jansch, Nick Drake ya da Ralph McTell gibi ustalar tek başlarına birer orkestra gibidirler. Sözleriyle bir yerlere dokundururken müzikleriyle eşsiz büyüler saçarlar. Bu isimler zaman içerisinde elbette rock gibi v.b müzik türlerine etki etmiştir.
Folk rock, folk müziğin rock ile birleşiminden doğmuştur. Bunun içerisine progressive yapının eklenmesi ise şöyle açıklanabilir. Bu Amerikan, İspanyol ya da İngiliz folk müziği olabilir, fark etmez. İçerisine bazı avantgarde caz öğeleri yerleştirilmiş ve buna deneysel klavye partisyonları da eklenmişse müziğin kimliği bir anda değişir. Deneyselliğin olduğu yerde progressive yapı hemen yanı başındadır, çünkü onun içerisinde geliştirici ve ilerletici bir özellik mevcuttur. Genel hatlarıyla kullanılmış folk enstrümanlarının daha da virtüözite içeren yapı ile yorumlanması prog folk gruplarının bir özelliğidir. Sıradan bir folk grubu pek fazla değişken ve melodik yapı kullanmaz. İlerici gruplar ise aksine enstrümanı son derece özgür kullanır ve diğer ülkelerin geleneksel folk müziklerini de bestelerine adapte ederler. İngiliz folk müziği başta olmak üzere İspanya, İtalya, İrlanda, Amerika, Almanya, Finlandiya gibi birçok ülkenin progressive folk yapan grupları mevcuttur. Psychedelic folk ve acid folk olmak üzere iki alt kolu vardır. Acid Folk grupları son derece deneysel ritimlerde bulunabilir. Örnek Comus adlı topluluktur. En büyük prog folk grupları ise Fairport Convention, Pentangle, Jethro Tull, Strawbs gibi topluluklardır.




Zeuhl: Fransız grup Magma’nın oluşturduğu bir akımdır. Magma üyesi Christian Vander’in yazdığı yapay bir dil ile şarkıları icra ederler. Bu, akıma bağlı her grup bu dili kullanmak mecburiyetinde değildir, sadece Magma grubuna ait bir özelliktir. Müzikal olarak ise çok güçlü avantgarde caz unsurlarıyla beraber opera ve klasik müzikten de yoğun olarak etkilenirler. En önemli zeuhl grupları ise Magma, Happy Family, Bondage Fruit ve Eskaton’dur.

 *bir sonraki yazıda 20 albümde progressive rock konusuna bakıp artık daha sonraki yazılarda gruplara giriş yapacağız. çok grup var çok.

Progressive Rock - 3 (Başlangıçlar)

                                                          BAŞLANGIÇLAR…

                   Yazının başlangıcında 1960’larda ilk tohumlarının ekildiğini belirttiğimiz progressive rock’ın öncelikle blues rock ve folk rock türleriyle harmanlanan psychedelic rock ile ilişkisini göz ardı etmememiz gerekir. 1960’larda en yetkin ürünlerini veren Cream, The Nice ve The Byrds gibi toplulukların oluşturduğu karakteristik müzik ile mükemmel ötesi müzik yapan Amerikalı GRATEFUL DEAD ve İngiliz The Beatles topluluğunun o dönem yaratılan çoğu müzik türlerini etkilediği de doğrudur. Psychedelic rock’ın muhteviyatındaki blues esintileri, gitar efektleri ve deneysel dediğimiz doğaçlama formlarına yakın oluşu da bir anlamda bu duruma etki eden diğer bir faktördür. Progressive rock ise bu etkilerden nasibini o yıllarda bir şekilde almış olup The Beatles’ın çok önemli bir hamle göstererek progressive rock’a bir köprü oluşturduğunu da dile getirebiliriz. The Beatles’ın “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band”(1967) albümü psychedelic yapısıyla ilk progressive rock örneği olduğunu bize gösterir.


           Bu düşünceyi sağlam müzik eleştirmenleri de kabul ederler. Albümün o kadar görkemli olmasının sebebi de müzikle resim yapıldığının ilk örneği olmasından ve şiirsel yapısıyla herkese hitap eden bir yönü olduğundandır. İlk konsept albüm(kimileri bunu kabul etmez.) özelliği de taşıyan bu çalışmada o güne kadar ki rock müzikte pek kullanılmayan mellotron da “Strawberry Fields Forever” adlı bestede kullanılmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir ve bu sayede de albümün neden progressive sınırlar içerisinde gezindiğinin de bir anlamda açıklaması olur. İlk olarak İngiltere’de yeşeren progressive rock tavrına zaman içerisinde İngiliz grupları damgasını vurur. Pink Floyd, YES, ELP, Jethro Tull, Genesis, King Crimson, Renaissance, Pentangle, Camel, The Moody Blues, Caravan, Hawkwind, Gentle Giant ve Van der Graaf Generator gibi topluluklar dışında Almanya’dan Eloy, Amon Düül I-II, Tangerine Dream, Kraftwerk, NEU!, Faust ve Can, Kanada’dan Rush, İtalya’dan Premiata Forneria Marconi, Banco del Mutuo Succorso, Fransa’dan Magma, İsveç’ten Kaipa, Samla Mammas Manna ve Finlandiya’dan Wigwam ise progressive rock tavrının majör örnekleri olarak sayılır.

                  Tabi 60’ların sonunda ve 70’li yılların başlarında kurulmuş ve albüm yayınlamış o kadar çok topluluk var ki bunlar sadece yukarıda saydığım gruplar kadar etki bırakamamıştır. Biz sadece en çok bilinen isimleri saydık. Bu topluluklar progressive rock janrı içerisinde kendi aralarında alt türlere ayrılır. Bu alt türlerin nasıl oluştuğu da bu grupların müziklerindeki stillere bağlıdır. Bir topluluk birçok alt türe girebilir, bunun sebebi de müzikal etkileşimlere girdiği müzik tarzlarına bağlı oluşuyla açıklanabilir. Ama bir topluluk genel olarak bir alt türün bütün stillerini müziklerinde barındırdığı için o alt türe girer.

        Müzikleri böylesine sınıflandırmak ve kesin olarak bir isim koymak aslında doğru mudur tartışılabilir ama çok geniş çerçevede ele alırsak, progressive rock gibi sonu belli olmayan, her noktası değişik yerlere çıkan koskoca bir dünya içerisinde yer alan farklı ülkelerin farklı yaşam tarzları ve özellikleri olması gibi bir mantığa oturtulabilir. Gerçekten de bu müzikte kimi grubun sınırları daha geniştir ve kültürleri farklıdır, kimi topluluğun ise daha dar ve daha küçüktür. Caz ve folk müziklerden oldukça etkilenmiş bir rock grubu için progressive rock janrı içerisinde “bu grup sadece rock yapıyor” şeklinde bir cümle sarfedilmesi onun yetersiz bir şekilde anlamlandırılmasıdır. Bunun için belirli sınırlar konmuştur. Bu sınırlar belki bugünün bazı müzik yazarlarınca daha da dallandırıp budaklandırılmaktadır (crossover, eclectic v.b gibi) bu da yanlıştır. Ama müziği böylesine geniş bir çerçevede işleyen bir tavrın da yerlerine doğru oturtulması için ayakları yere basan bazı kategorilere ihtiyaç duyulmaktadır: Prog folk, neo-prog, zeuhl, psychedelic space rock, canterbury progressive rock v.b. gibi…

Progressive Rock - 2 (Hammond Org, Moog, Synthesizer)

                 HAMMOND ORG, MOOG SYNTHESIZER ve MELLOTRON

               Eğer bahsettiğimiz progressive rock ise çok önemli konudur. Aslen bir mühendis olan Laurens Hammond’un 1930’lu yıllarda tasarladığı Hammond Org aslında çok daha önceleri kiliselerde kullanılan Pipe Organ’a (Kilise Orgu) alternatif olarak üretilmiştir. Bu üretimin asıl sebebi ise kilise orgunun o zamanlarda çok büyük ve ağır olmasıydı. Çalıştırmak için de insan gücü kullanılırdı ve bu klasik müzik için de biçilmez kaftandı. Hammond Org ise 1930’larda tasarlanıp üretilmesinin ardından rock müzikte kullanılması ancak 60’lı ve 70’li yıllara rastlar. Daha çok caz, gospel (kilise müziği), blues ve rock müzikte kullanılan bu çalgı aletinin B-3 ve C-3 olmak üzere iki çeşidi bulunmaktadır. Rock müzikte ise daha çok B-3’nin etkisini gözlemlemekteyiz. Progressive rock tavrı içerisindeki gruplarca çok kullanılmaya başlanan bu müzik çalgısının dinleyicileri etkisi altına alması bir tarafa, içerisinde sadece bu çalgı var diye albüm alan dinleyicilerde bulunmaktadır. Ve bu anlayış içerisinde Hammond Org’un progressive rock’taki en önemli müzik çalgılarından birisi olduğunu yazabiliriz.
       Moog da üniversite eğitimini elektrik ve fizik mühendisliği dallarında almış olan Robert Moog tarafından üretilen analog bir synthesizer’dır. Robert Moog bunu Leon Theremin isminde bir Rus bilim adamının yaptığı Theremin adlı enstrümandan etkilenerek oluşturmuştu. Daha çok elektronik müzikte kullanılan bu synthesizer’ın progressive rock içerisindeki önemi yadsınamaz. Aynı şekilde caz, pop ve bazı film müziklerinde de kullanılmıştır. Birçok modeli bulunmakta olup bunların içerisinde mini moog, multi moog, modular moog, moog prodigy gibi çok kullanılanları vardır. Sesinin neye benzediğini ise tarif edemeyeceğim bu synthesizer’ın müziğin derinlik kazanmasındaki en önemli unsur olduğunu belirtmeliyim.

           Mellotron ise modern synthesizer gibi suni bir sesi olmayan genellikle rock, psychedelic, punk ve post rock gruplarınca kullanılan ve İngiltere’de üretilen bir klavyedir. Mellotron’un 60’ların ve 70’lerin progressive rock gruplarınca kullanılır olması ve moog ile birlikte çok iyi bir ikili oluşturması sebebiyle onlara bir kardeş gözüyle bakabiliriz. Mellotron sayesinde çok iyi bir ses örneklemesi yapabilir birçok synthesizer’ın yapamadığını yapabilirsiniz.