Hayata derinlemesine süzülüşler...
Tıpkı bir soluk fotoğraf
karesine bakar gibi. Müziğin ne hissettirdiğini sesli bir şekilde tam anlamıyla
tanımlamak zor olsa da içimizde hapsettiğimiz bu hissiyatı bazen tek bir cümleyle
aniden ortaya çıkarabilme gibi bir özelliğimiz hep vardır. Bazen de dinlediklerimiz
hissettiklerimizi tıkar boğazımıza, oradan bir türlü çıkamaz, özgürleştiremez
kendisini. Öyle bir yer düşünün ki ulaşılmaz olsun, öyle bir boşluk düşünün ki
bulutlar gelsin sarmalasın ve öyle bir kıyı düşünün ki o sert dalgalar yüzünüze
çarpsın. Ve bütün bu duyguları bir anda tattırabilecek birçok melodi düşünün ki
hayatınıza bir fon olabilsin. Bulutlu ve soğuk iklimin kaotik insanlarını buluşturan
bir müzik bu, belki dinledikten 40 dakika sonra size katarsis yaşatabilir ya da
o sert dalgalarla boğuşturabilir, onlar kendilerini mutlu ve eğlendirici
insanlar olarak tanıtadursun biz ise hayata dair bu iç burkan notalara
derinlemesine süzülelim…
Mogwai bugün Godspeed You Black Emperor ve
Sigur Rós ile birlikte Post Rock’ın en çok bilinen üç grubundan biri olarak
kabul ediliyor. Glasgow’da kurulan ve 1995 yılında temelleri atılan topluluğun
ileriki zaman içerisinde oluşturduğu (1996–1997) materyalleri yıllarında gün
ışığına çıkarması “Ten Rapid” adlı derleme albüm ile oldu. Bu toplama albüm fi
kri ile birlikte grup ileri de birçok müzisyen ile çalışmalarda bulunacağının,
şarkılarının remiks hallerinin, film-belgesel müziklerinin, single’ların
EP’lerin ve çok sevdikleri şarkıların cover versiyonlarını yayınlama
düşüncesini destekler nitelikte olduğunun da sinyallerini verdi. Zaman içerisinde
görüldü ki Mogwai’nin bu tutumu kendilerini haklı çıkardı ve gerek fi
lm-belgesel sektöründe ve müzik dünyasında bir dolu iyi isimle çalışarak
şarkılarının remiks hallerinden tutun da cover şarkı söyleme çılgınlığına dek her
alanda kendilerini gösterdiler. 1997 yılının bir anlamda önemi de “4 Satin”
ismiyle yayınlanan ilk Mogwai EP’sinin piyasaya çıkmasıydı. Stuart Braithwaite,
Brendan O’Hare, Dominic Aitchison ve John Cummings’den oluşan kadrosuyla Mogwai,
ilk albümü olan “Young Team”i ise yine 1997’de beğenilere sundu.
Post enstrümental rock’ın en iyi
ürünlerinden birisini piyasaya süren grubun bu albümü çiğ soundu ile dikkatleri
üzerine çekmekte gecikmedi. Daha yeni yeni o dönemlerde ilerici müzik akımlarına
dahil edilen Post Rock akımının Tortoise, Labradford, Sigur Rós ve Godspeed You!
Black Emperor ile birlikte en iyi topluluklarından birisinin Mogwai olacağı
daha ilk albümden belliydi. Başlangıç hatasız ve başarılıydı. “Young Team”in
birde konuğu vardı ki; o da geçtiğimiz senelerde dağıldıklarını açıklayan Arab
Strap grubunun üyesi Aidan Moffat’tı. Albüm bir kenarda dursun Mogwai müziğinin
“gitar temelli” olduğu apaçık belli oluyordu. Gitar melodisi ve rifl erinin
üstüne deneysel bir takım düşünceler katan grubun minimalist yapısı da bir
diğer önemli özelliğiydi. Rahatsız edici karmaşık “Katrien” melodileri, sentetik
konuşma bölümlerinin bulunduğu “Tracy”, aniden patlayan ve sarsan “Like Herod”
ve 16 dakikalık bir Mogwai klasiği olan “Mogwai Fear Satan”, “Young Team” albümünün
temel taşları sayılabilir. Hatta albümden sonra “Mogwai Fear Satan”ın remiksini
de çıkarmışlardır. Bu albümden sonra gruptan davulcu Brendan O’Hare ayrılıp ve yerine
Martin Bulloch geçer. Mogwai’nin bir sonraki durağı “Come on Die Young”dı. Daha
önce Paul Savage ile çalışan grup bu sefer de Mercury Rev ve Sparklehorse’dan
tanıdığımız Dave Fridmann’ı yapımcı koltuğuna oturttu.
İlk dinlenildiğinde pek güçlü etki
veremeyen bu albüm bir önceki “Young Team” kadar güçlü ve karmaşık değildi,
hatta bestelerde o kadar düzleşme görülüyordu ki bu çok eleştirildi.
Dinleyiciler albümün ismine bakarak bir umutsuz pas beklemişti ama beklentiler
boşa çıktı. Ama albümü beğenen diğer bir kitle de mevcuttu, onlar ise
karamsarlığı bırakıp kendilerini “Come on Die Young”a teslim
etmişti bile. “Punk
Rock” albümün ağır bir açılış çalışmasıydı. Şarkının derinlerinde Iggy Pop’ın
Punk Rock hakkındaki görüşleri Mogwai müziğiyle etkileyici bir biçimde
veriliyordu. “Cody” ise bir diğer farklı çalışmasıydı Mogwai’nin. Farkı ise
şarkı yapısının iyimserliğinden ileri gelmekte… Belki de bu yüzden bu tarz
besteler yüzünden albüme olumsuz eleştiri gelmiş olabilir diyorum. Bu çalışmada
Mogwai’nin
çok sevdiği
müzisyenlerden Arab Strap’ın Aidan Moffat’ına öykünerek yazdıkları “Waltz for
Aidan” bir diğer ilginç çalışma olarak gözükmekte… Albümde “Kappa” ve
“Ex-Cowboy” gibi uç besteler yanında “Christmas Steps” gibi enstrümantal müziğin
tepe noktalarından bir çalışma da mevcut ki bu
albümle beraber insana
farklı deneyimlerde yaşatıyor. Toplama albümlere yine devam eden grup 2000
yılında sanki bir albüm baskısı gibi duran “EP +6”yı çıkardı. “Stereo Dee” ve “Stanley
Kubrick” albüm kayıtlarındaki çalışmalar gibi ilgi çekti.
Mogwai’nin üçüncü durağı “Rock
Action”dı. Sıra dışı olmaya hazırlanan bir grubun albümüne böyle basit bir isim
vermesi şaşırtıcı. Hoş, albümden beklentiler o kadar da iyi değildi. O güzelim
gitar tınıları gitmiş, o psychedelic hava kaybolmuş, yerine daha basit riflerle
kotarılan açık bir gökyüzünde dinlenebilecek rahatlıkta bir albüm çıkararak
sevenlerini ikinci kez şaşırtmıştır topluluk. Bu düşünceyi ilk iki albümdeki müzikal
yapıyı bu albümle karşılaştırarak yapıyorum. Ama bir yandan da şöyle
düşünülebilinir: Mogwai günden güne kendini geliştirebilen bir topluluk olarak
çok farklı düşüncelerdeki
yapımcılarla bu işi en
iyi şekilde tamamlayıp yoluna devam etmek düşüncesini de taşımış olabilir. Ve
belki de bu albüm sanıldığı kadar vasat değildir. Beklentiler farklı olduğu
için objektif bir şekilde düşünememek gerçeği şöyle dursun albüm her şeye
rağmen ilgiyi hak ediyor. Çünkü iki albüme de benzemeyen bir çalışma karşımızda
duruyor, Mogwai ise ilerici yapısıyla demek ki her albümde farklı tınıları kulaklarımızda
dolaştıracak, bu sebeple bu negatif düşünceleri pozitife dönüştürmek gerek diye
düşünüyorum. Mogwai’nin ilk iki albümüne göre daha yalın olan albümünde saf
gitar melodilerini dolambaçsız, anti-deneysel bir şekilde kulaklara sunduğu bir
gerçek. Bunun yanında ise albümdeki
besteleri tek tek
incelediğimizde şöyle bir sonuca varıyoruz ki bu albüm gerçekten de iş yapar.
Başarılı bir açılış şarkısı “Sine Wave”in yanında o kadar naif besteler var ki…
“2 Rights Make 1 Wrong” ya da “Take Me Somewhere Nice” böyle değişik, düz, ama
ruh halinize göre değişebilen yapıları da bünyesinde barındırıyor. Öyle çok
fazla incelemeden grubun bir sonraki faaliyetlerine göz atmak istersek …
MUTLU
İNSANLAR İÇİN MUTLU MÜZİK Mİ?
Yıl 2003’ü gösterirken Tortoise
yıllar öncesinde “Millions Now Living Will Never Die”ı çıkarmış, Sigur Rós ise
“( )” albümüyle tüm dünyada eşi ve benzeri olmadığını kanıtlamıştı. Post Rock
kulvarında Mogwai’nin “Happy Songs for Happy People”ı tüm zamanların en iyi
çıkışlarından birisi olarak değerlendirildi ve yukarıdaki grupların en iyi
albümleri gibi “Happy Songs for Happy People”da onların buraya kadar ki en iyi
hanesine yazıldı. Mogwai üzücü, depresif sınırlara adım attırıcı bir müzik
yapıyor orası kesin, bu düşüncelerde bu albümle iyice onaylandı. “Hunted By a
Freak” deyim yerindeyse kült bir açılış şarkısı. Yer yer yükselen yapıya karşılık
gitarın o sakin ama rahatsız edici tınılarını üzerinde taşıyor. “Moses? I
Amn’t” ise Mogwai’nin şimdiye kadar denediği en iyi ambient işlerden birisi
olarak gözüküyor. Şarkıda kullanılan cello ise hüznü tarif etmekte gecikmiyor.
“Kids Will Be Skeletons”ın durgun yapısı huzurla karışık bambaşka duygular
yaşatmakta sanki. Sanırım Mogwai müziğinin tarifi de bu olmalı ama bunu da her
seferinde deneysel bir şekilde yapsalar daha iyi olacak gibime geliyor.
“Killing All the Flies” vokal efektlerine rağmen sinematografi k yapıyı da
beraberinde barındırıyor. Böyle ambiyanslara bu albümde çokça rastlıyoruz.
“Boring Machines Disturbs Sleep” ise albümün en yorucu yolculuklarından. Siren
seslerini anımsatan, rahatsız edici temasına rağmen vokallerin oldukça iyi duyulabildiği,
sizi derinlere dek götürebilecek aşmış Mogwai eserlerinden birisi.
Yorucu olmasının sebebi ise bana göre zor
dinlenilebilirliği olacaktır. “Ratts of the Capital”ın gitar tonlarının
yarattığı sevinçli bir hava söz konusu ama baslar ile birlikte sanki bu hava
dağılıyor, üzgün hale bürünüyor bu enstrümantal çalışma. Hafiften tonların
sertleşmesiyle Explosions in the Sky melodilerini anımsatan sertliklere dek uzanıyor
bu eser. Sadece birkaç nota üzerinden giden sakin bir beste olan “Golden
Porsche”de ise piyano başrollerde geziniyor. Mogwai müziğinin “gitar eksenli”
olmasından dolayı arada böyle piyanoyu ön plana almaları da albümdeki ilginç
maceralardan oluyor kesinlikle. Aynı durum bir sonraki “I Know You Are But What
Am I” için de geçerli ama bu çalışmada yer yer sample’ların yarattığı etkiyi
kolay kolay üzerinizden atamıyorsunuz. “Stop Coming to My House” ise bu albümün
kapanış çalışması. “Happy Songs for Happy People”ın piyasaya çıktıktan sonra
müzik eleştirmenleri tarafından beğenilmesi öyle çok şaşılacak bir olay değil. Önümüzde
çok başarılı bir albüm durmakta, deneysel yaklaşımları bu albümde pek öyle
etkin bir şekilde kullandıkları söylenemez ama bu çalışma hakkında öyle bir
gerçek var ki o da çoğu Mogwai dinleyicisinin kabul ettiği bir düşünce olan
“Mogwai’nin en iyi işlerinden birisi” olduğu gerçeğidir.
2006 senesinde Post Rock mevzusunda bir
Gregor Samsa gerçeği ile karşılaştık. “55:12” adlı bu çalışma, o sene çıkan Mogwai’nin
“Mr.Beast” albümüyle birlikte en sevilen albüm olmayı başardı. Explosions in
the Sky ve Sigur Rós albüm çıkarmadığı için bu boşluktan yararlanan bu iki
topluluk o
sene kariyerlerinin en
iyi ürünlerini ortaya çıkardılar. Mogwai daha önceki çalışmalarından daha güçlü
yapıdaki “Mr. Beast” albümünde deneysel sınırları zorlamakta gecikmediğini bu
albümle vurguladı. Albümün içindeki her çalışma bir Mogwai klasiği gibi
duruyor, gözleri dolduruyor sanki. “Auto Rock” ve “Glasgow Mega-Snake” arka
arkaya çok iyi ikili olmuşlar gibi albümü sürüklemeye hazırlıyor dinleyicileri.
“Acid Food” ise yine bilindik depresif duyguları yaşatıyor. “Travel is
Dangerous” ve “Team Handed”da bu albümdeki gidişata en uygun eserler olarak
gözükürken “Friend of the Night”da daha önce bahsettiğim piyanoyu başrole
soyundurma olayı gerçekleşiyor ve başarılı oluyor da... “Folk Death 95” ve “We’re No Here” adlı
çalışmalarla da bugüne kadar ki belki de en dibe çekici bestelerini dinletiyor
bize Mogwai. Aynı yıl Darren Aronofsky’nin “The Fountain” adlı filmi için Clint
Mansell ve Kronos Quartet ile çalıştılar. Ve daha sonra senenin sonuna
yaklaşırken Fransalı futbolcu Zinedine
Zidane için çekilen
belgesel bir fi lm için müzik bestelediler. “Zidane: A 21st Century Portarit”
adındaki bu soundtrack albümünde gerek deneysel gerekse de sade bestelerle
adlarından oldukça söz ettirdiler. 2007 yılını yeni albüm hazırlıkları için
geçiren Mogwai 2008 yılında yine oldukça tartışma
yaratacak yeni albümü
“The Hawk is Howling” ile dinleyici karşısına çıktılar. Bugüne kadar ki her
albümünde aşağı yukarı bir değişimi uygulayan bir Mogwai bu albümünde tam orta
safhada yer alıyor. Albümdeki şarkıları bir bir dinlediğinizde kimi zaman
değişim yarattıklarını düşünüyorsunuz ama bir diğer düşünce de müziklerde ve
bestelerde değişim yaratmadan ilerlediklerini ve vasat bir albüm çıkardıklarını
da düşünmeden edemiyorsunuz. Bu noktada bir düşünce değer kazanıyor, o da
Mogwai’i anlamaya çalışmak.
Bu grup hakkında yazı yazmak ne kadar
zorsa onları incelemek ve şarkılarında ne bulunduğunu, bu besteleri neden
yaptıklarınıaçıklamakta o kadar zordur. “The Hawk is Howling” diğer bütün
albümlerinin bir sentezi niteliğinde duruyor. Bunu çok fazla değişime uğramadan
arada bir farklı denemeler deneyerek ulaşan topluluğun bu albümü de bence çok
başarılı. Çünkü çok cesur bir grup var karşımızda, ne yaptığını çok iyi bilen,
yanlış anlamaya çok müsait ama onların müziğini anladıktan sonra da takdir
etmemizi bekleyen bir topluluk. “The Hawk is Howling”i Songs:Ohia ve Arab Strap
yapımcısı Andy Miller ile kotaran Mogwai daha ilk şarkıda boğazımızda bir yumru
oluşturuyor. “I’m Jim Morrison I’m Dead” tek kelimeyle “korkunç” bir çalışma.
“3:56”. saniyeden sonra başlayan o tuşlu melodilerini şarkıyı karartmak için
koymuşlar sanki. “Requiem for A Dream” filminin herhangi bir bölümüne rahatlıkla
konabilecek derecede rahatsızlık veriyor. Bu tarz yapıyı defalarca
sergilemelerine rağmen farklı noktaları da aralara yerleştirmekten
çekinmiyorlar.
İşte Mogwai’i anlamamıza yarayacak
ipuçlarından bir tanesi. “Batcat” keza öyle bir çalışma. Sentezi ilk önce
veriyorlar ve daha sonraki dinlemelerde müziğin katman katman yerleştirilmesinden
dolayı alttaki sesler bir bir yukarı çıkıyor ve şaşırmaca oyunu oynuyorsunuz,
Mogwai dehasının su yüzüne çıktığı bir albüm olarakta bakabiliriz bu çalışmaya.
“Danphe And The Brain” ve “Local Authority” depresif sınırlarda gezinen iki
Mogwai klasiği olmuş durumda. Barry Burns’ün ortaya çıkardığı o derin atmosferi
bu iki çalışmada da çok rahat hissediyorsunuz. “The Sun Smells Too Loud”da sample’larla
ortaya çıkarılan, gitarın yarattığı sürreal etkiye rağmen huzuru yakaladığınız
bir beste olarak açıklayabiliriz.
Bu albümdeki en ilgi
çekici beste ise “I Love You, I’m Going To Blow Up Your School” olarak gözüküyor.
Çoğu Mogwai dinleyicileri bu albümden bu çalışmayı çok sevdi. “Scotland’s
Shame”, “The Precipice” ve “Kings Meadow”da “The Hawk is Howling”i olumlu
derecede düşündüren “iyi” besteler.
Kış müziği mi yoksa Sonbahar müziği mi
yapıyorlar bir türlü karar veremediğim bir grup olan Mogwai, bana göre sadece “insanı
derinliğe götüren”, “insanın boğazında koskoca bir yumru oluşturan”, “uzak
diyarların kendine uzak insanlarını”, “gözyaşına boğan o dolu melodilerin
yarattığı acıyı” anlatan “insanın düşüncelerini özgürleştiren” soğuk iklimin bence
sıcak insanlarının yarattığı bir topluluktur. Onlar Mogwai. Glasgow
İskoçya’dan…
siyahvebeyaz @ 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder