MIKE BAKER
(2.9.1963 – 29.10.2008)
“Gökyüzünün
mavisinde pusun arasında
Ben, senin isminde denize bir gül attım
şimdi dinle, bu gece bir yerlerde rüzgârın gözyaşları var…”
şimdi dinle, bu gece bir yerlerde rüzgârın gözyaşları var…”
O yok artık. Her kayıp insanın
hayatında bir eksiklik bir üzüntüdür. Ve bu kayıp yine bir insanın hayatında
değer taşıyıp ona türlü türlü hatıralar yaşatıyorsa bu yitirişi unutması
olanaksızdır. Ani olaylar, zamansız kaybedişler hayatımızın gerçeği olarak bize
sunulmuş durumda ve biz bu durumda üzülmekten başka bir şey yapamıyoruz. Mike
Baker daha 45 yaşında ani bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Kendisi
Progressive Metal grubu Shadow Gallery’nin kurucu üyelerinden birisiydi. Shadow
Gallery dinleyicileri iyi bilir ki Mike Baker’ın kaybıyla artık “büyülü ses”
yankılanmayacak ve haykırmayacaktı… Ve onun ardından artık flütler ağıt yakmaya
başladı…
İLK YILLAR
Mike Baker ciddi olarak müzik
yaşantısına başlamadan önce yoğun olarak haşır neşir olduğu bas gitarıyla meşguldü.
Müzikal olarak ilk önce Alice Cooper ile tanışan Mike Baker onu daha sonra
idollerinden birisi olarak görecekti. Hatta aldığı ilk albümlerden birisi de 72
tarihli Alice Cooper’ın “School’s Out” albümüydü. Alice Cooper’dan başka o
dönemlerde yoğun olarak Rush, Styx, Iron Maiden, Black Sabbath ve Judas Priest
dinleyen Baker bu gruplardan etkileşimini aldıktan sonra kendisini vokallerinde
geliştirecek şekilde Geoff Tate, Bruce Dickinson, Rob Halford ve Geddy Lee’den
de yoğun bir şekilde etkilendi. Pennsylvania’da yaşayan Baker, 70’lerde ve
80’lerde bir çok rock grubunu canlı olarak izleme şansına kavuştu ve orada
yaşayan arkadaşları John Cooney, Carl-Cadden James ve Ron Evans ile 1985
tarihinde Sorcerer isimli bir cover
grubunda şarkı söylemeye başladı. Bu grupla genellikle Rush şarkıları söyleyen
Baker nadiren diğer dönemin eski toplulukları da dahil Malmsteen’den de bir çok
şarkı seslendirmiştir.1990’ların başında bu gruptan Carl-Cadden James ve John
Cooney ile yanlarına Teksas’lı gitarist Brendt Alman ve daha sonra klavye
çalacak olan Chris Ingles ile Shadow Gallery’i kurarlar.
SHADOW GALLERY VE DİĞER ÇALIŞMALAR
Shadow Gallery
ilk bestelerini Magna Carta şirketine vermesi 1991 yılına rastlar. 8 şarkılık
demo ile bu şirketin kapısını çalan grup müzik tarihinin ilk “epic progressive
metal” çalışmalarını dinleyiciye sunar. Mike Baker’ın karakteristik sesi
albümde müzikal etkinin önüne geçer. Bu etkinin yansımasının sebebi ise
Baker’ın sesindeki farklı estetik anlayışlardı. “Say Goodbye to the Morning”,
“Mystified”, “Darktown” ve aslen Freddie Mercury’e adanmış 17 dakikalık epik
şaheser “The Queen of City of Ice”da Baker tam anlamıyla istenileni yaratmıştı.
Ses tellerini fazla yormadan kullandığı falsetto’lar çok ilgi çekiciydi. Kendi
zamanının diğer vokalistleri arasında da en iyilerden bir tanesiydi. Aynı vokal
tarzını Shadow Gallery’nin ikinci albümü “Carved In Stone”da da kullanan Baker
bu albümdeki “Crystalline Dream”, “Alaska”, “Warcry” ve Rush’a saygı
niteliğindeki “Deeper Than Life” adlı çalışmalarda ustalığını konuşturur. Bu
albümün epik çalışması “Ghost Ship”te ise karakteristik vokalinin bir başka
yüzüyle karşılaşırız. Baker’ın sesi gerektiğinde kızgın ve gerektiğinde ise çok
romantikti. İşte kendisinin farklılığı burada yatmaktadır. Bir “Warcry” gibi
eleştirel ve kızgın bir şarkıya karşın bir “Alaska”daki ortaya çıkardığı
yumuşak ve temiz vokal tarzıyla kendisini hemen hissettirmektedir.
Magna Carta şirketi 90’ların ortalarında Yes, Genesis, Rush, Emerson
Lake & Palmer ve Jethro Tull gibi büyük grupların tribute albümlerini
yayınlamaya başlamıştı. Bu albümlerde Dream Theater, Enchant, Magellan, Fates
Warning, Cairo, World Trade gibi o dönemin progressive rock/metal grupları bu
tribute albümlerde yer bulmuştu. Shadow Gallery ise bu çalışmalara Genesis’in
“Supper’s Ready” tribute albümünde yer alan “Release, Release”, Rush tribute
albümü “Working Man”de “The Trees” ve Pink Floyd’un “The Dark Side of the Moon”
albümünün yeniden yorumlanışı olarak nitelendirilebilecek olan “The Moon
Revisited”de ise “Time” adlı eserde yer almıştı. Baker bu eserlerin hepsinde
ama özellikle Rush’ın “The Trees”inde çok başarılı bir performans göstermişti.
1998
yılında Progressive Metal’in kilometre taşı çalışmalarından birisi
sayılabilecek “Tyranny” albümünde Mike Baker’ın üç önemli konuğu vardı.
Bunlardan ilki Dream Theater’ın kendine has vokalisti James LaBrie idi. LaBrie
ile Baker’ın büyülü düeti “I Believe” adlı şarkıda buluşuyordu. Bu şarkıda
LaBrie bir “baba” karakterindeydi ve kısa ama etkili vokaliyle kendisini
göstermişti. İkinci konuk ise Shadow Gallery grubunun yakın arkadaşlarından
birisi olan Laura Jeager’dı. “Spoken Words”de tıpkı Trans Siberian Orchestra
şarkılarını anımsatan bir hava yakalanmıştı ve Laura Jeager’ın etkileyici tarzı
Baker’ın romantik haykırışlarıyla buluşuyordu. Üçüncü önemli konuk ise eski
Royal Hunt vokalisti D.C. Cooper’dı ve albümdeki “New World Order” adlı eserde
iki karakteristik vokalin atışmasını dinliyorduk. Bu şarkı gerçektende
dinlenmesi gerekli olan eserlerden bir tanesi, çünkü tamamı teatral bir şekilde
geçmesi ve müzikal olarak ta çok üst noktalarda bulunması sebebiyle o güne
kadar Progressive Metal eserlerinde pek görülmeyen, klasik müziğin heavy metal
ile buluşmasını yaşatan yegâne eserlerden birisi olması nedeniyle dinlenilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Baker’ın bu albümde Geoff Tate etkisi daha da ortaya
çıkıyor. Konsept yapısı nedeniyle tıpkı “Operation:Mindcrime” albümündeki gibi
vokal yazımları olduğu gün gibi açık. “Christmas Day”, “Roads of Thunder”
ve “Victims” gibi eserlerde de bu kural
bozulmuyor ve Symphony X, Blind Guardian ve Savatage gibi gruplarda rastlanan
vokal melodileri bu “Tyranny” albümünde gün yüzüne çıkıyor. 2001 yılında ise
Shadow Gallery’nin en iyi albümlerinden birisi sayılabilecek “Legacy” çıkmıştı.
Baker’ın bu albümde vokalinin daha da ön planda olduğu anlaşılıyor. Vokal
tabanlı bestelerin içerisinde Mike’ın yarattığı etkiler “Destination Unknown”,
“Colors” ve yine bir epik şaheser olan “First Light”da sürüyor… Özellikle
“First Light”da Baker’ın üzerinde daha önce Savatage’de de söyleyen Zachary
Stevens’ın ve Trans Siberian Orchestra’nın değeri verilmemiş vokalistlerinden
Jody Ashworth’un yoğun etkileşimleri olduğu anlaşılıyor. Yine aynı yıl bir
diğer proje olan Magellan’dan Trent Gardner’ın solo projesi Leonardo: The
Absolute Man’de Mike Baker’da “Melzi” karakterine hayat vermişti. Leonardo Da
Vinci’nin hayatının anlatıldığı bu eserde Mike Baker’dan başka James LaBrie,
Ice Age’den Josh Pincus, Cairo’dan Bret Douglas, Steve Walsh ve Robert Berry’de
yer almıştı.
2004
yılında piyasaya çıkan Ayreon’un en iyi albümlerinden birisi sayılan “The Human
Equation”da ise Mike Baker “Father” rolünü üstlenmişti. Arjen Lucassen bu albüm
hazırlığında “Loser” ve “Have You Gonna See Me Now” gibi şarkılarda tıpkı Alice
Cooper’ı anımsatacak bir vokalist arıyordu ve Mike Baker için bu rol biçilmiş
kaftandı. Arjen Lucassen fazla düşünmedi ve Mike Baker “The Human Equation”da
çok önemli bir rol üstlendi. Kayıtlarını Baker Pennsylvania’dan kendisine
göndermişti ve sonuç tek kelimeyle kusursuzdu. 2005 son Shadow Gallery albümü
“Room V”ın çıkış yılıydı ve “Tyranny” konseptinin devamı niteliğindeki bu albümde
Laura Jeager Baker ile “Comfort Me” adlı çalışmada yine buluştu. Albümün genel
yapısı “Legacy” albümünü hatırlattığından vokal tabanlı bir albüm olduğunu
düşünebiliriz. “Vow”, “Torn” ve “Rain” gibi eserler Baker’ın unutulmaz
performansları arasında kolaylıkla yer aldı. Aynı cd’nin “sınırlı sayıda”
baskısında ise “Floydian Memories” adında Pink Floyd’a saygı niteliğinde bir
çalışma yer almıştı. Müthiş müzisyen Gary Wehrkamp’ın önderliğinde hazırlanan
bu çalışmada Mike Baker yine o büyülü vokalleriyle ön planda yer alıyordu.
SABAHA ELVEDA DE
Zamanının
çoğunu stüdyolarda devamlı müzikle geçiren Mike Baker her şeyden önce bir müzik
insanı bir müzik emekçisiydi. Kendisini en son 2008 yılında ise ülkemizin
başarılı Power Progressive Metal gruplarından birisi olan Dreamtone’un Iris
Mavraki ile buluştuğu Neverland projesinin “Reversing Time” albümünün aynı adlı
şarkısında dinledik. Bu albüme de yine Shadow Gallery’den Gary Wehrkamp, Blind
Guardian’dan Hansi Kürsch ve Evergrey’den Tom Englund konuk olmuştu… Kim derdi
ki 29 Ekim günü onun kaybı ile karşılaşacağımızı… Kim derdi ki onu Shadow
Gallery’nin ilk albümündeki “Say Goodbye to the Morning” şarkısıyla
uğurlayacağımızı… Ve kim derdi ki
yıllar sonra bir kayıbın, bir ölümün ardından çalınacağını... Flütler hiç
susmayacak ve biz kendisini hiç unutmayacağız.
*rock station'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder