İSPANYA’DA PROGRESSIVE ROCK
İspanya’da bu müzik türüne birçok nitelikli topluluk kazandırmıştır.
Bir İskandinav ülkeleri ya da İtalyanlar kadar olmasa da bu müzik
türünde hatırı sayılır bir başarı elde etmişlerdir ama 70’lerde bu
ülkede yaşanan çok önemli bir sorun vardır bunu da göz ardı etmemek
gerekir. 1939 yılında sona eren Cumhuriyetçiler ile Milliyetçilerin
savaşı sonucunda 1939 yılından Milliyetçilerin başındaki General Francisco Franco’nun
1975’de ölümüne kadar bir baskıcı rejimi sürmüş ve ülke diktatörlükle
yönetilmiştir. Bu dönemde İspanya’da sanat adına pek olumlu bir şey
olmamış 70’lerde müzik toplulukları çok kısıtlı bir şekilde müzik
hayatlarını sürdürmüşlerdir. Onun için 1970’li yıllarda progressive rock
adına detaylı bir bilgi bulamayız ancak Franco’nun ölümünden sonra ise
bu ülkede müzik hayatı canlanmaya başlamıştır.
Sadece müzikte değil resim sanatı alanında da bu böyleydi. İspanya iç savaşını anlatan Pablo Picasso tarafından yapılan ünlü Guernica tablosu
bile Franco rejiminde ülkeye sokulması yasaklanmış ve bu rejim
bittikten sonra ancak ülkeye getirilmiştir. İşte böylesi bir diktatörlük
döneminde bu ülkeden bir şeyler beklemek olanaksızdır. 1975 yılından
sonra ise 80'leri de kapsayan bir zaman dilimi içerisinde bu müzik
toplulukları canlanmaya başlamıştır. Şimdi burada çok detaylı olmasa
bile yine birkaç önemli örnek vermek gereklidir çünkü İspanya’da
progressive rock türüne böyle kenara köşeye atılacak işler pek
yapmamıştır. Bu ülkenin progressive rock adı altında yapılan işlerine
verilen genel isim ise “Endülüs Progressive”idir.
TRIANA
Franco
rejiminden hemen sonra müzik hayatına başlamış topluluklardan bir
tanesi. İspanya’nın en iyi gruplarından olan Triana doğal olarak
Akdeniz’in o sıcak duygusundan etkilenip sıcak melodiler ve kendi
ülkelerinin Flamenko müziklerinden beslenen bir özellik taşıyordu.
Klavye ve vokallerde yer alan Jesus de la Rosa’nın Triana
grubunun müziğine etkisi çok büyük olmuştur bunun nedeni ise klavyelerin
hafif senfonik etki taşıması ve vokallerinde verdiği duygusal
nüanslardır. Flamenko ve elektrik gitarlarda yer alan Eduardo Rodriguez
ise bu topluluğun kalbi olmuştur. Melodik gitar tınıları ve yoğun
Flamenko etkisi sonucunda bu grup İspanya’nın ve diğer ülkelerdeki
dinleyicilerin en çok sevdikleri İspanyol topluluk olmuştur. 75 albümü “Triana (El Patio)”, sonraki albüm “Hijos Del Agobio” ve üçüncü çalışmaları “Sombra y Luz” ile de oldukça tutulmuş ve klasik olmuştur.
ICEBERG
Diktatörlük rejiminden kurtulan diğer bir topluluk ise Iceberg’dir. Ben bu grubu 75 yılı albümü “Tutankhamon”
ile tanımıştım. Grubun ilk albümü olan bu çalışmada Santana’nın ilk
dönemlerindeki fusion etkileriyle beraber Mahavishnu Orchestra’nın
yarattığı kendine özgü soundu birlikte duymuştum. Yalnız Iceberg’in
müziğindeki tek farklı nokta yüzeyde duyulan rock tonlarının “wah-wah’lı
gitarlar” tarafından oluşturulmasıdır. Oldukça tiz seslerden oluşan bu
gitar tonları sayesinde sanki 70’lerde değil de 80’lerde üretilmiş
izlenimi veriyor. Saksafon ve synthesizer’ın yer yer hafif tonlarla
sergilendiği Iceberg müziği İspanya’da kurulan grupların arasında da çok
ayrı bir yerde duruyor. 76 albümü “Coses Nostres” ile aynı yapıyı tekrar eden grubun bir sonraki çalışması “Sentiments”
ise daha tok soundu ile dikkati çekiyor. Daha sonra çıkmasına rağmen 70
soundunu en fazla hissettiren bu albümdür. Gitarların daha yüksek
tonlardan çalındığı, davulların ise funk tarzını hissettirdiği ilginç
bir çalışmadır. Tabii bunlara rağmen fusion etkileri hiç bitmez ve
olağan hızıyla sürüp gider. Topluluk bundan sonra bir albüm daha yapar
ve ortalıklardan kaybolur.
ATILA
İspanyolların yine adından söz ettirmiş iyi
topluluklarından birisi olan Atila’nın müzikal yönü ise çok geniş
yerlerden besleniyor. Aniden değişebilen ritimler dışında çok farklı
tarzları sentezlemesiyle ünlü bu grup sadece iki albüm yapıp tozlu
raflara yol aldı. Öncelikle psychedelic yapının içerisinde var olan bir
caz etkisinin dışında hard rock’tan beslenen bir tarafları olduğu da
gerçek. Yoğun klavye seansları bazen space rock’a bile uzanan bir
özelliği de beraberinde getiriyor. İlk önce 75 yılında bir EP yayımlayan
grup bunun hemen ardından 76 yılı albümü “Intención”la atağa geçmiş. 77 yılındaki “Revuire” albümüyle daha da dikkatleri üstüne çekmişler.
DOLORES
İspanya’nın önde gelen müzisyenlerinden olan Pedro Ruy Blas
kendi kurduğu bu toplulukta hem davulları çalıyor hem de vokalleri
yapıyordu. Yoğun olarak cazdan ve Flamenko müziklerden beslenen yapısı
sayesinde kendilerinden sonra gelecek olan gruplara bir anlamda örnek
oldular. 75 yılı “Luna Llena” ve 76 yılı kendi adlarını taşıyan albümleri bu müzik tarzında iyi örneklerden iki tanesidir. Paco De Lucia
ile akrabalık bağları yüksek olan bu topluluk 80’lerin ortalarına kadar
Pedro Ruy Blas & Dolores olarak devam etti ve sonra dağıldı. Şimdi
ise Pedro Ruy Blas solo vokalist olarak pop caz çalışmalarına İspanya’da
devam ediyor, güzel albümler yayımlıyor.
GRANADA
Senfonik Rock müziğini İspanya’da en ciddi
şekilde temsil eden iyi gruplardan bir tanesidir Granada. Mellotron,
flüt, viyolin gibi enstrümanların yoğun bir şekilde senfonik
hissettirdiği müziklerinin içerisine o kadar güzel Flâmenko gitarlar yerleştirmişlerdir ki bu onları çok ayrı bir yerde değerlendirmemiz gerektiğini adeta bize haykırır. Zaman zaman YES etkileriyle doruğa çıkan müzik flüt melodileri ile de bize Jethro Tull’ı
anımsatır. Ben özellikle 75 yılı ilk albümü “Hablo de Una Tierra”yı
öneririm, ardından ise “España, Año '75”ı tavsiye etmekten de hiç
çekinmem. Bu iki albümden sonra bir çalışma daha yaparlar ve dağılıp
giderler. Granada ilk albümüyle İspanya progressive müziğine birçok
tarzı birlikte sentez etmesi yüzünden iyi gruplar arasında anılmaktadır.
1970’lerin müziği ne kadar kötü olabilir ki?
GUADALQUIVIR
Klasik İspanyol progressive rock müziğinin
bütün karakteristik özelliklerini bünyesinde taşıyan bir grup
Guadalquivir. Caz etkili, bazen fusion’a bile girebilecek tarzları,
bununla birlikte Flamenko etkileri ve güçlü gitarlarıyla İspanyolların
bilinen iyi gruplarından da bir tanesidir. 78 yılında yayımladıkları “Guadalquivir” ve 80 yılı albümü “Camino Del Concierto” gayet iyi albümlerdir buradan belirtelim. Sonraki çıkan albümünü dinleyemedim ama hakkında iyi sözler duymadım da değil.
MEZQUITA
Sadece iki albümle neler yapılabileceğinin kanıtı, İspanya'nın gururu topluluktur. Arap müziğinin
oryantal yapısını alıp Flamenko ile birleştirmek pek kolay bir iş değil
sanırım. İspanya’nın yaşadığı baskıcı dönemden kurtularak müzik
yapabilen bu grup, King Crimson’un karmaşık partisyonlarını alıp kendi
müzikal anlayışıyla birleştiriyor ve ortaya 79 yılı kaydı “Recuerdos De Mi Tierra” gibi bir şaheser çıkıyor. İki sene ara verdikten sonra 81 yılında “Califas Del Rock”ı çıkaran bu grup çok geçmeden tarihe karışıyor.
FUSIOON
İspanya prog müzikte İtalyanlar kadar yetkin
değildir ama çıkardı mı en güzelinden isimler de dinleyebiliyorsunuz.
Yine 70’li yıllarda Franco rejimi zamanında kurulmuş İspanyol paça kot
pantolonları giyen müzisyenleriyle Fusioon, oluşturduğu az sayıdaki
albümle bir dönem adından söz ettirmiştir. Klasik müzik, caz ve fusion
üçlüsünü tek potada eritebilen müzikleri çok ilgi çekici. Sadece bu da
değil, dinlerken 70’lerin o düğün orkestrası şarkılarını ve soundlarını
hatırlayabiliyorsunuz. Bu grubun herhangi bir bestesini dinleyin,
içerisinde mutlaka klasik müzik caz ile harmanlanmıştır ve bu sayede
prog müziğin az sayıdaki örneklerinden biri olup çıkmışlardır. Bazen Gentle Giant bazen Focus etkileri ama çoğunlukla King Crimson deneyselliğinden feyz almaları da takdire şayan bir durumdur. Kendi adlarını taşıyan 72 yılı “Fusioon” albümüyle 75 yılı “Minorisa” bu bağlamda iyi bir örnektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder