7 Temmuz 2014 Pazartesi

IQ - The Road of Bones

IQ – The Road of Bones
Yoldaki kürek ve cinayetler.


          Onlar için herkes aynı güzel sözleri söylüyor. Bir müzik türü içerisinde bir tarzın yaratılmasında emeği geçmiş olmak ve onu geliştirmek önemli bir şey sanırım yoksa böylesine ağır ve kalıplı bir müzik topluluğuna böylesine güzel sözler layık görülemezdi. Bahsettiğim alt tür ise 80’li yıllarda Genesis önderliğinde çıkmış ve Marillion, Twelfth Night, Pallas ve Pendragon gibi gruplarınca geliştirilmiş bir “neo progressive” hareketiydi ki IQ’yu ise bu grupların içerisine çok rahatlıkla koyabiliriz. IQ aslında bu tür içerisinde Marillion’dan sonra gelen en önemli isimdi çünkü o zamanlarda her ne kadar Twelfth Night ve Pendragon bilinse de oluşturdukları kaliteli albümler kıstas alındığında bunun bir gerçek olduğu su yüzüne çıkıyor. 1985 yılında çıkan “The Wake” İngiliz neo progressive janrının kilometre taşlarından birisiydi ve ardından gelen “Nomzamo” ve “Are You Sitting Comfortably?” ile de bu iyice perçinlenmişti.

             Grup kuruluşunda yer almış efsanevi vokalist Peter Nicholls, orijinal basist Tim Esau, bir stili olan muhteşem davulcu Paul Cook -sonradan gelmişti- ve klavyede artık ulaşılamaz bir noktada yer alan Martin Orford’dan oluşuyordu ki bu dört isim grubu çok başarılı yerlere sürüklediler. Davulu Mark Ridout’tan alan Paul Cook’un o karakterli ve teknik stili yıllarca sevenlerinin beyninden çıkmadı. Grubun konserlerinde teatral şovları da sergileyen vokalist Peter Nicholls ise progresif rock’ta ise bir markadır. Yüzüne yaptığı makyajlar ve konsepte uygun olan davranışlarıyla ise Peter Gabriel’dan, Marillion’daki Fish/Steve Hogarth’dan ve Galahad’daki Stuart Nicholson’dan farksızdı. Bunun sebebi de konser sırasında bir etki yaratmak ve sahne şovlarını destekleyici niteliklerde bulunmaktı. Bunu sonradan İngiliz progresif rock müziğinin önemli gruplarından birisi olan Arena’da deneyecekti.


             IQ 90’lı yıllarda Arena’dan basist John Jowitt’i alıp kadrosunu güçlendirdikten sonra “Ever” ve “Subterranea” gibi çok başarılı çalışmalarla geçirdi. Sonra 2000 yılındaki “The Seventh House” albümüyle de oldukça başarılı bir grafik çizerek 2000’li yıllarla birlikte “Dark Matter”la o sıralar Spock’s Beard, The Flower Kings, Enchant ve Transatlantic gibi grupların arasında yepyeni fanlar kazanarak sükse yaptı. “Dark Matter” aslında her şeyin başlangıcıydı. Bu çalışma grubun karanlık yönünün belirmesinde o kadar güçlü bir rol oynadı ki progresif rock içerisinde hem karanlık hem dramatik ve hem de uçuk-dehşet lirikler yazan grup çok az bulunur. 2009 yılındaki “Frequency” albümü ise orijinal klavyeci ve davulcu olmadan çıkarılan bir çalışmaydı ve buna rağmen oldukça olumlu sözler söylendi.

           Zaman içerisinde çok kadro değiştirmesine rağmen inadına başarılı albümler sürmeye devam ediyor topluluk. Bunun kanıtı ise 2014 yılı albümü “The Road of Bones”. Klavyeyi Mark Westworth’den devralan Neil Durant daha önceleri progresif rock ve jazz/fusion türlerinde müzik yapan Sphere3’de yer alıyordu. IQ müziğinin temel taşı aslında klavye alt yapısına dayanıyor. Orijinal klavyeci Martin Orford’un gruba kazandırdığı en önemli nokta buydu. Mellotron’lar, Synthesizler’lar, Moog geçişleri, tonlarla verilen o sonu gelmez derinlik hissiyatı ve o karanlık yapı. İşte bunların hepsinin mimarı Orford’du ve bunu gruba gelen diğer klavyeciler de ister istemez kullanıyordu. Bu öyle bir yapıydı ki bunların içerisinden bir taş oynasın işte o zaman IQ’nun müziğinin matematiği de bozulacak gibiydi. Neil Durant “The Road of Bones”da ise bu geleneği bozmadı, ancak, sanırım IQ’nun şimdiye kadar klavye üzerinde kullandığı bütün düşünceleri alt üst etti ve bu geleneğin üzerine kendi fikirlerini ekledi ve ortaya mükemmel bir bileşim çıktı. Bu fikirler ise Durant’ın kullandığı bazı efektlerde gizli. Kendisinin öyle bir stili var ki hem geleneksel yönden besleniyor hem de org üzerinde çok farklı denemeler ve kompozisyonlar yaratabiliyor. Melankolik pasajlar yaratırken birden karanlık elektronik/tekno tonlarla bunları süsleyebiliyor. Bu da IQ’nun şansıydı ki “The Road of Bones” sanırım grubun en başarılı albümü olarak progresif rock tarihine yazılacak. Bu albümün diğer bir önemi de orijinal basistin, Tim Esau’nun geri dönmesiydi. Gitarist Mike Holmes kendisinden bekleneni fazlasıyla vermiş karanlık sinematografik solo geçişleriyle mükemmel bir etki bırakıyor. Vokalist Peter Nicholls ise her zaman ki sıra dışı stiliyle albümü yine sürükleyen diğer bir isimdi. Yalnız burada parantez açmam gereken isim de davulcu Paul Cook’a ait. Kendisi ayrıldıktan sonra üzülen fanlar çok olmuştu ancak bu çalışmayla kanıtlandı ki Paul Cook’suz IQ bir hiçti.


     
               BİR SERİ KATİL HİKÂYESİ

     IQ bu albümde “Subterranea”daki gibi bütünsel/kavramsal bir şeyler açıklamıyor ancak tıpkı “Dark Matter” albümündeki gibi şarkı şarkı konsept tarzını benimseyerek albümün bütününe yayılmayan bir tarz benimsiyor. Bu tarza yabancı değiliz. Arena’da “Immortal?” albümünde bu fikri denemişti ve çok başarılı oldu. “The Road of Bones”da grup bir seri katil hikâyesi anlatıyor. Cinayetlerini yol içinde, yola yakın yerlerde gerçekleştiren bir seri katil. Hikâyenin derinliği ise katilin psikolojisinde gizli ve grup bunu şarkılarla öyle bir sunmuş ki tüylerinizin diken diken olmaması imkânsız. Grubun iç cd kapaklarında kullandığı illüstrasyon’lardaki kürek ve yol imgeleri, karakterlerin psikolojileri falan hepsi liriklerle uyum içerisinde yürüyor. “The Road of Bones” çift cd ile piyasaya sürüldü ve hikâye ilk cd’deki şarkılarda işleniyor. Diğer cd ise “bonus” olarak verilmiş durumda.

     Klasik IQ stilinde bir şarkı olan “From The Outside In” ile açılıyor bu muhteşem albüm. Bu açılışla birlikte şarkıların yaratımında ne kadar da detaylı uğraşıldığı belli oluyor. Altyapıdaki o zenginlik, Neil Durant’ın getirdiği stilize klavye tonlamaları, o kararlı vokaller ne kadar da sofistike bir albüm dinlediğinizi ortaya koyuyor.  “The Road of Bones” şarkısı ise  başlangıcındaki dramatik yapısıyla dikkati çekiyor. Piyanolardan sonra gelen o sinematografik geçiş bana tıpkı Rus rejisör Andrei Zvyagintsev’in “Izgnanie” filminde kullandığı kan dondurucu müziği hatırlatıyor. Şarkı şarkı bu çalışmayı anlatmak, neredeyse 20 dakikalık “Without Walls”un olağanüstülüğünü kelimelerle anlatmak olanaksız, gereksiz, çünkü önümüzde kendinizi müziğe bırakıp öylece dinleyebileceğiniz bir çalışma var.

    “The Road of Bones” progresif rock içerisinde bu sene çıkmış en iyi çalışmalardan bir tanesi. Hatta genel olarak yazabilirim ki IQ’nun şimdiye kadar yaptığı en iyi iş. Ki sevenleri de bunun farkında ve progresif rock dinleyicilerinin vazgeçemediği bir albüm olarak kalacak yıllarca… Hatta belki kulaktan kulağa söylenecek jenerasyonlar ötesi bilinecek.


10/10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder