6 Şubat 2013 Çarşamba

Pallas - Röportaj


                                                            PALLAS - RÖPORTAJ

RÜYALARIN ZAMANI: Sanki karanlık çağlara geri dönmüş gibiyiz.
“The Dreams of Men” çoktan başlamıştı ve o an hüzünlü bir melodiyle karşı karşıya kaldı…Ayaklarını uzattı ve gözlerini kapadı.
Neo Progressive Rock grubu Pallas'ın vokalisti Alan Reed ile ayrılmadan önce yaptığımız bir röportaj.

Her şeyden önce sizi son albümünüzdeki başarınızdan ötürü kutlamak isterim. “The Dreams of Men” muhteşem bir atmosfere sahip? Sorularıma geçersem “The Cross & The Crucible gibi bir albümü takip etmek zor muydu? Sana göre iki albüm arasındaki temel farklar neler?
Oldukça zor bir görevdi; çünkü The Cross albümünde başardıklarımızdan memnunduk. Bu albümden sonraki çalışmamızın nasıl olacağı konusunda uzun uzun düşündük . Daha farklı bir albüm yapmak istiyorduk; ama aynı zamanda yapacağımız albüm bilinen Pallas soundundan tamamen farklı olmalıydı. Biraz daha sert ve agresif bir sound arayışındaydık ve sanırım bunu başardık. Aynı zamanda yeni cd’miz şimdiye kadar ki en “prog” çalışmamız diyebilirim. Bir sürü orkestral düzenlemeler ve karmaşık enstrümantal geçişler kullandık.

“The Cross & The Crucible”ın da belirli bir ana tema etrafında yazıldığı ortada. Nedir bu albümü hazırlayan ana öğeler?
Sadece müziğimiz. Albümün isim şarkısını tamamlar tamamlamaz her şeyini oluşturmaya çalıştığımız bu gotik temaya çok yakın durduğunu fark ettik. Amacımız tematik bir albüm yapmak değildi. Her şey kendiliğinden gelişti ve büyüdü. Sanırım her şey insanın hiçbir şeyi sorgulamadan,  bazı şeylerin peşinden körü körüne gitmesinin anlamsızlığından ortaya çıktı. Mesela Amerika’da hristiyanlar veya başka yerlerdeki Müslümanlar fanatik davranışlarda bulunabiliyorlar. Sanki karanlık çağlara geri dönmüş gibiyiz. “The Cross” konsepti Orta Çağ Avrupa’sında kilisenin kendisine karşı gelen herkes ve her şeyi yıkmasını veya dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin çevresinde döndüğünü iddia edenleri yok etmesini eleştiren bir söylemdi aslında.

“The Dreams of Men” duygu yüklü bir albüm. Bu albümdeki duygu yoğunluğunu nasıl yakaladınız? En hızlı şarkılarınızda bile bunu hissetmek  mümkün.
Her şeyden önce müziğimiz kalbimizden geliyor. Genelge “prog” müziğin zihinsel bir tür olduğu iddia edilir. Bizim için ise yapılan müziğin hissedilmesi kişide bazı duyguları uyandırması önemlidir. Biz bu duyguları yazdığımız sözlerde de yansıtmaya çalışıyoruz. Bu nedenle yazdığımız her parça kendi içerisinde bir bütünlüğe sahip. Sanırım buna kısaca içimizden geldiğimiz gibi müzik yapıyoruz diyebiliriz.

“The Dreams Of Men”in yazım ve konsept süreci nasıl geçti?
Oldukça yavaş bir süreçti. Uzun doğaçlama senaslarıyla bir “fikir bankası” oluşturduk ve uzun bir zamandan sonra bunun sonucunda ortaya çıkan en iyi fikirleri şarkılara ekledik. Bazıları tahminimizden çabuk ve kolayca ortaya çıkarken bazıları ise keskin doğum sancıları yaşatarak oluştu. Genelde bestelerimiz uzun aylardan sonra ortaya çıkıyor. Bunlar üzerinde uzun uzun çalışarak ve farklı şeyler deneyerek albümümüzü hazırlıyoruz. Bu sebeple ortaya çıkan albümle ilk başlarda tasarladığımız besteler arasında büyük farklar olabiliyor.

“The Dreams of Men” konsept bir albüm mü? Bu tarz çalışmaların sana göre zorluğu nelerdir?
Tam olarak konsept albüm olduğunu söyleyemem. Albüm daha çok birbirinden çok da kopuk olmayan şarkılardan oluşuyor. Ortak bir lrisel tema oluşturmak başından beri planladığımız bir şeydi. Ama tam bir konsept yapmayarak her şarkıya içimizden geldiği gibi müzikal farklılıklar ekleme fırsatı da bulduk.

Pallas her zaman müziğiyle güçlü resimler çizen bir grup oldu? Etkilendiğiniz yazar veya şairler var mı?
Sözleri genelde Graeme ve ben ortak yazıyoruz ama ikimizin de çalışma ve yaratım süreci oldukça farklıdır. Daha sonra bir araya gelip elimizdekileri değiştirme ve birleştirme süreci başlıyor. Graeme daha çok eski yazarlar gibi yazıyor ve sık sık edebi betimlemeler kullanıyor. Ben ise olaya daha farklı bir açıdan yaklaşıyorum. Dolaylı yoldan yapılan anlatımlar kullanmaya özen gösteriyorum. Birçok yazar severim; ama en sevdiklerimden bir tanesi Alasdair Gray. Kendsinin sürreal tarzı çok hoşuma gidiyor. Pek fazla İskoçya dışından tanınan bir yazar değil ama kitabı “Lanark” muhteşem bir eser.

Müzikal eğitimleriniz var mı? Grup nasıl buluştu bir araya geldi?
Hepimiz kendi başımıza enstrümanlarımızı çalmayı öğrendik. Ancak Ronnie gerçek bir piyano eğitimi aldı. Ben gruba ilk albümleri çıktıktan sonra katıldım ama aslında grubun geçmişi eskiya Graeme’in lise dönemine lise yıllarında arkadaşlarıyla bir araya gelerek oluşturduğu döneme denk geliyor. 1981 yılına kadar gruba birçok eleman girip çıktı. Ben orijinal vokalist Euan Lowson’un yerine 1984’te gruba katıldım. Daha sonra tek değişiklik ise Colin Fraser’in 1998’de orijinal davulcumuz Derek Forman’ın yerine geçmesiydi.

Röportaj yaptığım her kişiye soruyorum RUSH hakkında görüşleriniz neler ve onların “Vapor Trails”, “R30” hakkında neler düşünüyorsun?
Doğru kişiyle konuştuğundan emin olabilirsin. RUSH bana göre tüm zamanların en iyi grubudur. Bahsettiğin çalışmalar bende var ve hatta şimdiye kadar yaptıkları her şeye sahibim diyebilirim. Ancak “R30”u henüz baştan sona istediğim gibi dinleyemedim ama iyi bir çalışma gibi duruyor. “Vapor Trails” tam da aradıkları yeni kan olabilirdi grup için. Çok sert, öfkeli bir soundu vardı. Belki RUSH için farklı olabilir ama ben bu albüme bayılıyorum. Pallas’daki diğer elemanlarda benim kadar fanatk olmasalar da özellikle grubun eski albümlerini beğeniyorlar.

Bugünlerde en çok neleri dinliyorsun kimi beğeniyorsun?
Benim için RUSH. Ama bunun yanında da birçok grubu da severek dinlerim. Diğer elemanların ise zevkleri değişiyor. Sanırım hepimizin çok sevdiği gruplardan birisi DEEP PURPLE. “Black Night”ın sert bir yorumunu sık sık çalıyoruz.

Radiohead, Tool ve Porcupine Tree için neler söylersin?
Ben bir büyük bir RADIOHEAD fanıyım. “OK Computer” gelmiş geçmiş en mükemmel albümlerden birisidir. Çok yaratıcı bir çalışma. “The Bends” de çok iyi. Henüz “Kid A”in içine girebildiğimi söyleyemem. Aynı şey TOOL için de geçerli ama sık sık “Lateralus” dinlemem gerektiğini söyleyenlerle karşılaşıyorum. Gitaristimiz Neil onları çok övüyor. Porcupine Tree’i ise dinlemedim.

Günümüz müzik piyasası ve progresif rock müziğin durumu hakkında neler söylersin?
Piyasada çok iyi gruplar var. Uzun yıllar boyunca önlerine konulan, seri üretim malzemelerden sonra insanlar gerçek müziği keşfetmeye başladı. Progresif Rock’a gelince, sanırım ana akım dinleyicisi bu türün iddia edildiği gibi yeryüzündeki en kötü müzik türü olmadığını anlamaya başladı. Genç progresif rock grupları eskilerden etkilendiklerini gizlemiyorlar. Tabi bu progresif rock’ın liste başı olması ve ticari başarı yakalaması için yeterli değil. Özellikle bizim gibi grupların stadyum konserleri vermesi asla mümkün olmayacak.

Neden progresif rock ana akım bir türe dönüşemiyor?
İçine kolayca girebileceğiniz bir mzikten bahsetmiyoruz. Maalesed bazı grup ve fanların da bunlarda payı var. “Bu müziği herkes anlayamaz.” Tavrı prog’a karşı bir ön yargı oluşturuyor. Ancak bu müziğin belli bir zeka ve seviye gerektirdiği ve sadece dikkat konusunda güçlü olan insanlara hitap edeceği de yadsınamaz bir gerçek. Sanırım bazı insanlar için prog bu nedenle asla doğru bir müzik olamaz. Ancak 70 ve 80’lerdeki büyük grupların başarısı ve bugünün RADIOHEAD ve MUSE gibi grupların yaptıkları müziği iyi bir şekilde sunmayı bildikleri için kitlelere ulaşmayı beceriyorlar.

The Flower Kings, Spock’s Beard sana neler ifade ediyor? Görüşüyor musunuz?
Diğer gruplarla görüştüğümü pek söyleyemem ama İngiliz gruplarını bunun dışında tutuyorum. Özellikle IQ ile çok iyi anlaşıyoruz ama en çok konserlerde görüşme imkanımız oluyor. Dürüst olmak gerekirse gruptan hiç kimse o grupları dinlemiyor. Daha önce beğendiğim Spock’s Beard albümleri oldu. Ayrıca gittiğim The Flower Kings konserinde de çok eğlenmiştim ama evdeysek farklı şeyler dinliyorum.

Amerika ve Avrupa progresif rock müziği arasındaki en büyük farklılıklar neler? İngilizler bu konuda daha sadık gibi…
Amerikalılar neyin progresif olup olmadığı konusunda daha seçiciler. Onlar olaya daha farklı bakıyorlar ve belki de bizim grupları daha ana akım olarak görüyor olabilirler. Ama bizim amacımız da zaten bu düşünceye sahip insanlara ulaşmak olmadı hiçbir zaman. Avrupa’da ise prog sadece rock’ın farklı bir kulvarı gibi. AC/DC ve YES’i, GENESIS ve SYSTEM OF A DOWN’u aynı anda dinlemek mümkün burada. Biz de kendimizi tarzlar arasındaki sınırları kaldırmaya çalışan bir grup olarak görüyoruz.

Türkiye’ye gelmeyi hiç düşündünüz ? Umarım ileride sizi buralarda görme fırsatını yakalarız.
Çok teşekkür ederim. Türkiye’ye gelmeyi çok isteriz. Orada sadece tatil amaçlı bulundum ve çok eğlendim. Profesyonel açam içinde orada bulunmayı isteriz. Son sözüm; umarım sizinle ileride görüşebiliriz.

rockstation@2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder