1 Şubat 2013 Cuma

Graveyard - Hisingen Blues


GRAVEYARD
Hisingen Blues
Modern analog sesler.
2011

        Müzisyen ve plak şirketleri tarafından yönetilen o büyük müzik dünyası içerisinde kalıcı bir şeyler yaratabilmek 2000’li yıllarla birlikte iyice zorlaştı. 90’lı yıllarda rock müziği baladlarının tavan yaptığı günleri yaşamıştık, 80’li yıllar hadi biraz çiğ geçti ve değişik tonlar denenip durdu, nerede o tiz melodileri duysak “işte bu 80’lerde çok iyi yapılmıştı” der dururduk ve nostaljiler yaşardık. 2000’li yılların aslında bir önemi de gerek hard rock bazında gerekse de progresif rock bünyesinde eskiyi yaşatan, 70’li yılların o kendi dar, paçası bol pantolonlarını ve o saç şekillerini aynen uygulayan müzik topluluklarının ortaya çıkmasını sağlamasıydı. Mesela geriye bakıyorum, bugün pek bilinmeyen ve sadece plaktan dinlediğim İsviçreli heavy progresif topluluk Starglow Energy geçmiş yıllarda 70’leri çağrıştıran müzikleriyle bazı kesimleri etkisine almıştı. Aynı şekilde aslen eski bir topluluk olan Norveçli Lucifer Was adlı progresif rock grubu da 2000’li yıllarda çıkardığı “Blues From Hellah” albümüyle hem 70’lere selam çakıyor, hem de blues rock sınırlarında gezinen o analog tınılarla kulaklarımızın pasını siliyordu. Bundan yıllar önce Record Heaven adlı plak şirketinin çıkardığı analog kayıtlı albümler gibiydi aynen… Kullandıkları ekipmanlar tozlu raflardan indiriliyor bir güzel siliniyor dar pantolonlar giyinilip sahneye öyle çıkılıyordu.

     Sadece progresif rock değil hard rock, bluesy hard rock gibi birbirine yakın türlerde de bu dönem çok önemli albümler çıktı ve neredeyse çok küçük bir bölümü yukarıda bahsetiğimiz o 70’li yıllar nostaljisini yaşatan albümler ortaya çıkardılar. Bu topluluklar müziklerini bazen Black Sabbath’ın o karanlık tarafından alıyor ancak büyük bir bölümü ise Psychedelic ve blues etkili sayabileceğimiz Led Zeppelin, Cactus, eski Alman gruplarından Birth Control, Quicksilver Messenger Service, Blue Öyster Cult, Budgie, Grateful Dead ve Steppenwolf gibi kalburüstü rock gruplarından etkileniyordu. İşte İsveçli 70’lere gönlünü kaptırmış Graveyard isimli bu topluluğun müziği de yukarıda saydığımız isimler ışığında müzik yapan ender topluluklardan birisi. Ne hikmetse bu dönem bu tarz topluluklar çıkıyor İsveç’ten. Mesela hemen hemen aynı DNA’dan doğmuş fakat uygulamada biraz farkılıklar gösteren Three Season isimli grup da “Life’s Road” albümünde de benzer tonlamalar kullanmıştır. Graveyard ise bütünüyle daha geniş bir çerçeveden besleniyor. Mesela ilk albümünde yoğunlukla Cactus adlı gruptan etkilenirken son çıkardıkları “Hisingen Blues” albümünde ise Led Zeppelin başta olmak üzere neredeyse 70’lerin o retro rock olayından beslenmişler. Vokaldeki Joakim Nilsson’un Robert Plant’ vari haykırışları oldukça etkileyici.

    Graveyard, “Hisingen Blues” ile günümüzün en önemli retro rock olayını gerçekleştirmiştir. Albümün bazı yerlerinde Thin Lizzy’nin Black Boys On The Corner şarkısında kullandığı o odayı dolduran dopdolu karanlık gitar tonlarının neredeyse aynısını bu topluluk başarıyla müziğine yedirmiştir. İlk albüm bana göre biraz kısır prodüksiyonla baş edememiş müzisyenlerin ilk albümü gibi gözüküyordu, fakat bir ilk albüme göre de oldukça iyiydi. “Hisingen Blues” ise aynı sound’ların daha da geliştirilmiş versiyonlarını dinlediğimiz çok üstün bir albüm gibi durmakta.

Bunu yaratan da albümün içerdiği besteler. Albümün ilk şarkısı Ain’t Fit To Live Here’ı dinleyen herhangi bir dinleyici bunun kusursuz bir kayıt olduğunu hemen anlayabilir. Uncomfortably Numb Pink Floyd’un Comfortably Numb şarkısına öykünmüş, Ungrateful Are The Dead ise müzik dünyasının en büyük tur gruplarından psychedelic rock topluluğu Grateful Dead’e ithafen yapılmış. Buying Truth (Tack & Förlåt) ise Cactus ve Cream birlikteliğinin sentezini hatırlatırken, Longing’de ise bir parça Pavlov’s Dog etkisi hissedilebilir. En derinlerden gelen org melodileri ise sanki şarkıyı plaktan dinliyormuşcasına bir his verdirtiyor.

   Peki, bu durum gerçekten de takdir edilmeli mi? Çok fazla özgün bir müzik olmayabilir belki, ancak Graveyard’ın belli bir tarzı olduğu apaçık ortada. Günümüzde topluluklar ya death metalden ya da ekstrem türlerden 70’leri yakalayabilen albümler üretebiliyorlar. Bu gibi grupların yanında Graveyard ise müzikleriyle daha samimi duruyor bence. Giyimlerinden saçlarının taranış şekillerine dek o nostaljiyi bize her notalarında yaşatıyorlar.

“Hisingen Blues”un diğer bir önemi de o eski rock ruhunu genç dinleyici kitleye daha da fazla aşılamasıdır. Bu sayede Led Zeppelin, Grateful Dead, The Doors gibi kült topluluklar genç kuşak tarafından da takip edilecektir. Bu sebeplerden dolayı ben bu albümün kaydedilmesini günümüz rock müziği açısından çok olumlu buldum. Sonuçta bu müziğin kökenleri nereden geldi, blues’un rock müziğindeki önemi nedir, bu albüm hangi gruplardan etkilenilerek yapılmıştır gibi cevapları çok anlamlı olan soruları sormak ve cevaplar doğrultusunda da daha bilinçli bir şekilde bu müziğin kökenlerine inebilmek çok önemlidir diyebiliyorum. Bunu da bugün “Hisingen Blues” ile Graveyard başarmış, beyinlerde bir şimşek çaktırmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder