28 Ocak 2013 Pazartesi

Riverside - Shrine of New Generation Slaves


RIVERSIDE
Shrine of New Generation Slaves
Yeni nesil kölelerin mabedi.
2013

        Hayatın her alanında olduğu gibi müzik ve türler konusunda da bir köprü vazifesi görmek ve bunun neticesinde de bütün gözlerin sizin üzerinize çevrilmesi söz konusu olmakta. Geçmiş ile bugünün ve biraz da şanslıysanız geleceğin üzerinde de çevresinde de bir çerçeve çizmişseniz eğer bunun yansıması size mutlaka olumlu bir puan olarak da geri dönüyor. Pink Floyd geçmişin belirgin normlarında geleceğe ışık tutarken Radiohead ise müziğiyle ve olanca yenilikçi tavrıyla bugünü ve aynı zamanda da geleceğin fütüristik yanlarını üzerinde taşıyordu. Burada iki grubun arasında çok önemli bir görevi üstlenen Steven Wilson ve tayfası Porcupine Tree ise bu başarıyı 90’lı yıllardan başlayarak üzerinde taşıdı ve kendisinden sonra kurulan birçok topluluğu da etkilemiştir. Porcupine Tree müziği ilk dönemlerde oldukça sıra dışı ve uç bir yapı sergilerken 2000’lerle birlikte bu daha da modernite kaygılı, daha köklere yakın bir tutum sergilemiştir ve bunun yansıması da kısmen The Pineapple Thief ve Riverside gibi gruplara olmuştur. Bunların arasında Riverside ise kendi müzikal kimliğini yaratması çok uzun sürmedi. Pink Floyd, Porcupine Tree, Anathema ve kısmen Opeth’ten aldığı birikimleri kendi müzikal anlayışlarına adapte ederek progresif müzikte çığır açtı. Yenilikçi tavrın en yeni temsilcilerinden birisi oldular ve Polonya progresif müziği adına da çok başarılı örnekler verdiler. Riverside müziğinin Polonya’nın Collage ile başlattığı “neo-progressive” hareketi ile ilgisi yoktur, sadece onların açtığı yolda kendileri de onları takip etmişler ve onlar daha çok kendi başlarının çaresine bakmışlar ve yollarında yapayalnız yürümeye başlamışlardır. Yine Polonyalı Satellite grubunun müziklerinde sergilediği yenilikçi tavrın çok farklı bir anlayışını sergiliyorlardı ve son çıkardığı albümle gördük ki onlar büyümeyi daha da kafalarına koymuşlar.

      Çıkardıkları “Out of Myself”, “Second Life Syndrome”, “Rapid Eye Movement” insan psikolojisinin iç sınırlarına yolculuk yaptıran içe dönük konsept albümlerinden üçü olarak müzik tarihinde buna benzer belirgin sıfatlarla anılırken, “Anno Domini High Definition” ile sert bir müzikal kimlik çizerek rüştünü ispat etti ve artık grup bu albümle kendi dünyasından çıkmıştı. Daha da progresif rock oldukları “Memories In My Head” EP’si ise artık onların kilit noktasıydı ve kendi sınırlarını kendileri çiziyordu. “Living In The Past” bestesi artık gelecekte ne tarz bir Riverside göreceğimiz hakkında çok az olsa da ipucu vermekteydi.

     Alan Parker’ın eleştiri bombardımanı “The Wall” filminde insanlar maskeli bir şekilde tasvir edilirken Riverside’ın da Travis Smith imzalı “Shrine of New Generation Slaves” albüm kapağında buna benzer bir tasviri işlediğini görüyoruz. “Shrine of New Generation Slaves”, Riverside’ın çok kolay açıklanamayacak, benzerinin bile şimdiye kadar pek yapılmadığı ama diğer grup ve türlerden sentezlemek adına bile olsa mükemmel sayılabilecek işlerden oluşan bir albüm gibi duruyor. Neresinden başlarsanız başlayın mutlaka başladığınız yere geri dönüyorsunuz, uçları kapalı bir labirent gibi dönüp duruyorsunuz o dünya içerisinde ve sizi çıkartmaya izin vermiyor. Çok az “Out Of Myself”i hatırlatan taraflarının yanında şimdiye kadar pek denemedikleri yaklaşımlarda da bulunarak çok cesur hareketler de sergiliyorlar. Bir grup eklektik bir şekilde besteler hazırlayıp üzerine kendi tonlamalarını ekliyorsa ve bunda da başarılı oluyorsa bu biraz nostalji olmanın yanında yeni bir şeyler yaratmanın da basamağıdır ayrıca. Steven Wilson’ın açtığı bu yolda ilerleyip kendi çabalarıyla bir yerlere gelme çabaları yüzünden Riverside dinleyicisinden çok takdir görüyor. Steven Wilson’ın son solo albümü “The Raven that Refused to Sing (And Other Stories)”de nasıl ki “jazz-fusion” ve bazı deneysel işlerden feyz almışsa Riverside’ın da bugün son albümüne yaptığı düşünceler bundan farklı değildir. Köprü görevinden bahsettiğimiz de budur ancak Riverside bundan biraz daha fazla ileri gitmiş ve çıtayı epey yükseltmiştir.

      Satış kaygısı anlayışında olmayıp yine bildiği gibi davranıp pek ilgi çekmeyecek sanılan bir şarkı olan “New Generation Slave” ile açılan albümde daha önce piyasaya verilen “Celebrity Touch” ile alakası bile olmayan bir şarkı ile karşılaşmaktan dolayı şaşkınlığımı ifade etmek istiyorum. Bu şarkılarla anlaşılıyor ki Riverside sadece şaşkınlıklara uğratmakla kalmayıp ifade şekillerine de çeşitlilikler sunuyor. “Celebrity Touch” sıradan bir rock şarkısı gibi –gerçekte öyle değil tabii- duruyor ancak albümün geri kalanı hakkında bunu söylemek pek güç. Öncelikle “Shrine of New Generation Slaves” in giriş şarkısındaki ritim gitarlarında bir Black Sabbath, gerilerdeki hammond org sololarında ise bir Deep Purple duyuyoruz ve bu Opeth’in “Heritage” albümünde denediği “progressive heavy rock” tarzına benzer bir şey ve Alman grup Birth Control v.b grupların kendi dönemlerinde denediği “Heavy Rock” tarzına da oldukça benziyor. Basların çok önde kaydedildiği “The Depth of Self-Delusion”daki inanılmaz karmaşık ve melodik düzenlemeler, efektli vokaller sonrasında ince sesli klavye vuruşları ile karanlığı alınmış düzeyli nüanslar çok etkiliyor. Mariusz Duda’nın o ihtiraslı söyleyen sesi neticesinde devasa bir şarkı kimliğine bürünen bu şarkının sonları ise akustik tınlamalarla sona eriyor. “We Got Used To Us” klasik Riverside dünyasına adım attığımız bu duyguları hissettiren bir şarkı. 3:05 dakikadaki o gitar tınılarını o duyguyu tarif etmek gerçekten imkânsız.

         “Feel Like Falling”, Riverside’ın 80’lerine Synth-Rock’ına sıkı bir selam gönderdiği kusursuz bir şarkı. Davul ritimlerindeki ve gitar tonlamalarındaki Synth-Rock’ın o geleneksel yapısı ardındaki klavyeler ise direkt olarak o geçmiş dönemi çağrıştırıyor. Vokaller bile aynı şekilde. Bu mesela şimdiye kadar Riverside’ın denemediği bir şeydi. “Deprived (Irretrievably Lost Imagination)” ise albümün en karamsar şarkılarından. Başlardaki Radiohead tınlamaları yerini 70’lerin Space Rock’ında var olan fütüristik dünyayı çağrıştıran org tınılarına bırakıyor. 4. dakikadan sonra ise gerek gerilerden gelen deneysel sesler aracılığıyla gerekse de çok öne çıkan ve gitarlarla verilen Western temalı notalar aracılığıyla elektronik müzik dünyasına zekice bir giriş yapıyorlar. 5. dakika itibariyle ise bambaşka yerlere bağlanan bu mükemmel beste inanılmaz oyunlara sahne oluyor sonunda saksafon melodileri... Yaklaşık 13 dakikalık epik “Escalator Shrine” ise yine Riverside’ın daha önce pek denemediği ve kusursuz bir açılışa sahip olan diğer bir beste. Hammond Org melodilerinin esir aldığı bu şarkı sert kimliğiyle de dikkati çekiyor. 7. dakikadan itibaren ise jazz, new age, space rock ve psychedelic rock tınılarının süslediği yepyeni bir dünyaya adım atma. Albümün çift cd’li versiyonunda ise iki bölümlük “Night Session”, elektronik müzikleri ve Tangerine Dream, Ozric Tentacles, Klaus Schulze ve Pete Namlook sevenleri pek memnun edecek düzeyde. Ayrıca gitar tarzından dolayı minimalist öğeler içeren "drone ambient" tarzına da oldukça yakın durmuşlar. Zamanında biraz da olsa Steven Wilson’un da denemeye çalıştığı bu tür çalışmaları Riverside’da deniyor ve kanımca Steven Wilson’dan da başarılı bir noktaya taşıyor. Mariusz Duda'nın Lunatic Soul projesine yakın duran dinleyiciler de yakınlık duyabilir böyle çalışmalara...

     “Shrine of New Generation Slaves” Mariusz Duda’nın eşliğiyle biterken aklınızda birçok melodi kalıyor ancak yine de tekrar tekrar dinlemek istiyorsunuz. Neredeyse aynı dönemin ürünleri olan Opeth’in “Heritage”, Steven Wilson’ın “The Raven that Refused to Sing (And Other Stories)”iyle aynı anlayışla kotarılmış fakat müzikal açıdan diğer iki albümü de belli ölçülerde kalite açısından sollayacak bir sürü unsura sahip. Bundan sonra belki Riverside öncü olur, belli mi olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder