RIVERSIDE
Shrine of New Generation Slaves
Yeni nesil kölelerin mabedi.
2013
Çıkardıkları “Out of Myself”, “Second Life Syndrome”, “Rapid
Eye Movement” insan psikolojisinin iç sınırlarına yolculuk yaptıran içe dönük
konsept albümlerinden üçü olarak müzik tarihinde buna benzer belirgin
sıfatlarla anılırken, “Anno Domini High Definition” ile sert bir müzikal kimlik
çizerek rüştünü ispat etti ve artık grup bu albümle kendi dünyasından çıkmıştı.
Daha da progresif rock oldukları “Memories In My Head” EP’si ise artık onların
kilit noktasıydı ve kendi sınırlarını kendileri çiziyordu. “Living In The Past”
bestesi artık gelecekte ne tarz bir Riverside göreceğimiz hakkında çok az olsa
da ipucu vermekteydi.
Alan Parker’ın eleştiri bombardımanı “The Wall” filminde
insanlar maskeli bir şekilde tasvir edilirken Riverside’ın da Travis Smith
imzalı “Shrine of New Generation Slaves” albüm kapağında buna benzer bir
tasviri işlediğini görüyoruz. “Shrine of New Generation Slaves”, Riverside’ın
çok kolay açıklanamayacak, benzerinin bile şimdiye kadar pek yapılmadığı ama
diğer grup ve türlerden sentezlemek adına bile olsa mükemmel sayılabilecek
işlerden oluşan bir albüm gibi duruyor. Neresinden başlarsanız başlayın mutlaka
başladığınız yere geri dönüyorsunuz, uçları kapalı bir labirent gibi dönüp
duruyorsunuz o dünya içerisinde ve sizi çıkartmaya izin vermiyor. Çok az “Out
Of Myself”i hatırlatan taraflarının yanında şimdiye kadar pek denemedikleri
yaklaşımlarda da bulunarak çok cesur hareketler de sergiliyorlar. Bir grup
eklektik bir şekilde besteler hazırlayıp üzerine kendi tonlamalarını ekliyorsa
ve bunda da başarılı oluyorsa bu biraz nostalji olmanın yanında yeni bir şeyler
yaratmanın da basamağıdır ayrıca. Steven Wilson’ın açtığı bu yolda ilerleyip
kendi çabalarıyla bir yerlere gelme çabaları yüzünden Riverside dinleyicisinden
çok takdir görüyor. Steven Wilson’ın son solo albümü “The Raven that Refused to
Sing (And Other Stories)”de nasıl ki “jazz-fusion” ve bazı deneysel işlerden
feyz almışsa Riverside’ın da bugün son albümüne yaptığı düşünceler bundan
farklı değildir. Köprü görevinden bahsettiğimiz de budur ancak Riverside bundan
biraz daha fazla ileri gitmiş ve çıtayı epey yükseltmiştir.
Satış kaygısı anlayışında olmayıp yine bildiği gibi davranıp
pek ilgi çekmeyecek sanılan bir şarkı olan “New Generation Slave” ile açılan
albümde daha önce piyasaya verilen “Celebrity Touch” ile alakası bile olmayan
bir şarkı ile karşılaşmaktan dolayı şaşkınlığımı ifade etmek istiyorum. Bu
şarkılarla anlaşılıyor ki Riverside sadece şaşkınlıklara uğratmakla kalmayıp
ifade şekillerine de çeşitlilikler sunuyor. “Celebrity Touch” sıradan bir rock
şarkısı gibi –gerçekte öyle değil tabii- duruyor ancak albümün geri kalanı
hakkında bunu söylemek pek güç. Öncelikle “Shrine of New Generation Slaves” in
giriş şarkısındaki ritim gitarlarında bir Black Sabbath, gerilerdeki hammond
org sololarında ise bir Deep Purple duyuyoruz ve bu Opeth’in “Heritage”
albümünde denediği “progressive heavy rock” tarzına benzer bir şey ve Alman
grup Birth Control v.b grupların kendi dönemlerinde denediği “Heavy Rock”
tarzına da oldukça benziyor. Basların çok önde kaydedildiği “The Depth of
Self-Delusion”daki inanılmaz karmaşık ve melodik düzenlemeler, efektli vokaller
sonrasında ince sesli klavye vuruşları ile karanlığı alınmış düzeyli nüanslar
çok etkiliyor. Mariusz Duda’nın o ihtiraslı söyleyen sesi neticesinde devasa
bir şarkı kimliğine bürünen bu şarkının sonları ise akustik tınlamalarla sona
eriyor. “We Got Used To Us” klasik Riverside dünyasına adım attığımız bu
duyguları hissettiren bir şarkı. 3:05 dakikadaki o gitar tınılarını o duyguyu
tarif etmek gerçekten imkânsız.
“Feel Like Falling”, Riverside’ın 80’lerine
Synth-Rock’ına sıkı bir selam gönderdiği kusursuz bir şarkı. Davul
ritimlerindeki ve gitar tonlamalarındaki Synth-Rock’ın o geleneksel yapısı
ardındaki klavyeler ise direkt olarak o geçmiş dönemi çağrıştırıyor. Vokaller
bile aynı şekilde. Bu mesela şimdiye kadar Riverside’ın denemediği bir şeydi. “Deprived
(Irretrievably Lost Imagination)” ise albümün en karamsar şarkılarından.
Başlardaki Radiohead tınlamaları yerini 70’lerin Space Rock’ında var olan
fütüristik dünyayı çağrıştıran org tınılarına bırakıyor. 4. dakikadan sonra ise
gerek gerilerden gelen deneysel sesler aracılığıyla gerekse de çok öne çıkan ve
gitarlarla verilen Western temalı notalar aracılığıyla elektronik müzik
dünyasına zekice bir giriş yapıyorlar. 5. dakika itibariyle ise bambaşka
yerlere bağlanan bu mükemmel beste inanılmaz oyunlara sahne oluyor sonunda
saksafon melodileri... Yaklaşık 13 dakikalık epik “Escalator Shrine” ise yine
Riverside’ın daha önce pek denemediği ve kusursuz bir açılışa sahip olan diğer
bir beste. Hammond Org melodilerinin esir aldığı bu şarkı sert kimliğiyle de
dikkati çekiyor. 7. dakikadan itibaren ise jazz, new age, space rock ve
psychedelic rock tınılarının süslediği yepyeni bir dünyaya adım atma. Albümün
çift cd’li versiyonunda ise iki bölümlük “Night Session”, elektronik müzikleri
ve Tangerine Dream, Ozric Tentacles, Klaus Schulze ve Pete Namlook sevenleri
pek memnun edecek düzeyde. Ayrıca gitar tarzından dolayı minimalist öğeler içeren "drone ambient" tarzına da oldukça yakın durmuşlar. Zamanında biraz da olsa Steven Wilson’un da denemeye
çalıştığı bu tür çalışmaları Riverside’da deniyor ve kanımca Steven Wilson’dan
da başarılı bir noktaya taşıyor. Mariusz Duda'nın Lunatic Soul projesine yakın duran dinleyiciler de yakınlık duyabilir böyle çalışmalara...
“Shrine of New
Generation Slaves” Mariusz Duda’nın eşliğiyle biterken aklınızda birçok melodi
kalıyor ancak yine de tekrar tekrar dinlemek istiyorsunuz. Neredeyse aynı
dönemin ürünleri olan Opeth’in “Heritage”, Steven Wilson’ın “The Raven that
Refused to Sing (And Other Stories)”iyle aynı anlayışla kotarılmış fakat
müzikal açıdan diğer iki albümü de belli ölçülerde kalite açısından sollayacak
bir sürü unsura sahip. Bundan sonra belki Riverside öncü olur, belli mi olur.