SOEN
Cognitive
Sözleriyle kavramsal.
2012
Mikael Akerfeldt, Maynard James Keenan, Steven Wilson, Mariusz Duda,
Jonas Renkse gibi isimlerin bugün rock/metal dünyasına nasıl etki
ettiğini gözlerimiz görüyor kulaklarımız duyuyor. Bundan takriben 10
sene evvel bambaşka gruplar revaçtayken bugün bu saydığımız isimlerin
üyesi olduğu müzik toplulukları on binleri yüz binleri peşinden
sürüklüyor. Yıllar önce Opeth kurulduğunda Jonas Renkse’nin Katatonia’sı
ile paralel bir sertlikte müzik icra etmekteydi. Sonra iki toplulukta
apayrı yönlere gitti ama Katatonia son iki albümünde Opeth’den
etkilenmeyi bir görev bildi. Opeth yıllar sonra Akerfeldt’in artık
taptığı Steven Wilson ile müzikal birlikteliğe girdikten sonra “Blackwater Park”
ile değişimin sinyallerini verdi. Kimileri için Porcupine Tree’nin
Steven Wilson’ı Opeth’i yerin dibine sokmuş o eski müzikal kimliğinden
uzaklaştırmıştı. Kimileri ise bu düşünceye pek rağbet etmedi “onlardan
ne çıksa dinlerim abi” düşüncesiyle her çıkan albümünü başyapıt kabul
etti. Mariusz Duda ise bütün bunları uzaktan izleyerek ülkesi
Polonya’nın en değerli gruplarından birisinde yani Riverside’da insan
psikolojisinin o gizemli taraflarını çözmeye çalıştı ve derinlere
indikçe indi. En sonunda ne oldu? O da Steven Wilson’dan etkilendi ve
çerçeveyi genişletti. Bu isimlerin en dışında duran ve diğer isimlerin
içine pek karışmamaya çalışan Tool adlı grubun her şeyi Maynard James
Keenan ise A Perfect Circle adlı müzikal proje ile modern rock müziğin
sınırlarını koymaya çalıştı ve bunu başardı da. Zaten bunu başarmasaydı
biz Tool hakkında her çıkan yazıya ilgiyle bakmaz çıkacak olan yeni
albüm haberlerini ağzımız açık okumazdık.
Bu isimler aslında tahmin ettiğimizden de çok hayatımıza girmiş durumda.
Şu son zamanlarda çıkan Soen adlı grupta bunun son halkası. Yukarıda
yazmış olduğumuz isimler şimdiki Soen adlı grupta bir sentez olarak
belirmiş duruyor hem de her şeyiyle. Martin Lopez benim müzikal
birikimine taptığım ve Opeth’in kesinlikle kaybetmeyeceği türden bir
müzisyen bir davulcuydu. Güney Amerika kökenli olması onun müzikal
birikimlerinin ne kadar da geniş bir çerçevede yer aldığını kanıtlarken,
“Ghost Reveries“deki
o perküsyon ile yaptıkları, caz ve dünya müziğine ilgi duyuşu bile onun
ne derece iyi bir müzisyen olduğunu gözler önüne seriyor. Steve
DiGiorgio keza kalburüstü heavy metal gruplarında sergilediği o
performanslarla hakiki bir müzisyenlik gösterisi sergiliyor ve isminin
geçmesi bile bu projeyle ilgilenmemizi söylüyor adeta. Soen bu iki
önemli müzisyeni bünyesinde taşırken vokalist olarak tıpkı Mikael
Akerfeldt’in vokallerinin neredeyse aynısını yapıyor diyebileceğimiz
Joel Ekelöf’ü görüyoruz, ancak bana göre böyle bir benzerliğin eksi
noktaları da mevcut. Gitarlarda yer alan Letonyalı gitarist Kim
Platbarzdis kısmen alternatif soslu modern tonlamalarla giderken ve
üzerinde de yoğun Tool ve A Perfect Circle gibi topluluklardan aldığı o
hissiyatı da eklediğimizde pek özgün bir kimlikle karşılaşmıyoruz.
Vokalist Joel Ekelöf, Akerfeldt olmadığı zamanlarda biraz iyi söylemekte
ancak zaman zaman ya Mariusz Duda oluyor ya da Jonas Renkse. Bu da diğer
bir handikap bu grup için.
Soen’in neden bu tarz bir projeyle ortaya çıktığını anlamak güç olsa da -çok fazla etki altında kalan orijinalite sorunu olan bir müzik sergilediği için- bütün benzerliklerine rağmen iş bestelerde bitiyor. Çünkü albümün
atıyorum eğer %70’i başka gruplara benziyorsa diğer geri kalan kısmında
özgünlük aramak bir dinleyici için çok zor bir olay. Liriklerinde insan
ve insan doğasının yarattığı kavramsal-karanlık düşünceleri işleyen
Cognitive içerisinde bir parça Opeth, bir parça Riverside ve bir parça
Katatonia’nın “Soil’s Song” zamanlarını hatırlatan bir yapıda olduğu ama
yoğunlukla Tool’un o modern üslupsal yapısını içerisinde barındırdığı
teknikal bir müzik sergiliyor. Eğer besteler bir parça iyi olmasaydı bu
proje güme gidebilirdi fakat bugün bu grubun etkilendiği isimleri
insanlar zaten dinliyorlar hatta o kadar çok dinliyorlar ki o grupların
birisinden parçalanıp da kopmuş Martin Lopez isminin bu grupta yer alması
bile başlı başına ilgilenilmesi gereken bir olaydır. Steve DiGiorgio’yu
Soen’de daha önceki yer aldığı gruplardan çok farklı bir tondan
dinliyoruz. Bunun sebebi ise müziğin oldukça alternatif ve modern yapı
içermesi yüzünden kendi tonunu bile değiştirdiğini görüyoruz. Kimimiz
için bu olmamış olsa da ben beste kaliteliliği üzerinde durduğumdan çok
sorun yok diyebiliyorum. Bazı şarkılarda mesela “Fraccions’ta Tool,
“Ideate’te Riverside etkileri oldukça yoğun, “Delenda’da ise
Katatonia’yı oldukça fazla duyarken küçük bir parça sıkıntı
duyabiliyoruz ancak Lopez’in ön planda olduğu “Last Light”,
“Oscillation” ve şarkının sonlarındaki perküsyon vuruşlarını
duyabildiğimiz deneysel tatlı “Slithering” adlı şarkıyı dinlerken de bir
parça takdir edebiliyoruz. Hele hele en sondaki nakaratıyla devleşen
“Savia’ya ne demeli? İnanılmaz etkileri üzerinde taşıyan bir şarkı
olmuş.
Bu tarz müziğin içerisine çok fazla farklı enstrümanları
yerleştiremiyorsunuz ancak Lopez gibi çok çeşitli müzikler dinleyen bir
müzisyenden de böyle perküsyon soslu değişkenlikler daha çok istiyoruz.
Eğer bu albüm çok fazla Tool, Opeth, Katatonia hatta hatta daha da ileri
gideyim Smashing Pumpkins -çünkü bazı anlarda “Mellon Collie and the Infinite Sadness”
albümlerindeki tatları da buldum- olmasa çok daha nitelikli
olabilirdi. Bazı dinleyicileri için ise bu durum çok önemli
olmayabiliyor onlar çok daha zevkle dinleyebiliyorlar.
Bugün herkes bu grubun Tool’a benzediğini konuşup duruyor, ancak her
şeye rağmen Martin Lopez gibi bir ismi yeniden dinlemek de büyük bir
zevk bana göre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder