PARADISE LOST
DRACONIAN TIMES
Music for Nations
M u t s u z l u k
Karlı soğuk bir günün sabahıydı. Dünün yorgunluğunu üzerimden atmış
güne hazırlanırken dün vermiş olduğum siparişi bugün alacaktım. Ne
siparişi olacak tabi ki çekme kaset dönemlerinden geçtiğimiz için
heyecanlı heyecanlı sipariş verdiğim çok merak ettiğim bir albümü
dinleme şerefine erişecektim. Etraf yürünecek halde değildi botlarıma
bakıyor ve beni o çamur ve kar çirkefinden nasıl taşıdığına hayret
ediyordum. Çevremdekileri izleye izleye yürürken aklıma Steinbeck’in o
”Dünyanın her yerinde herkesin yenileceği bir yer vardır. Kimilerini
yenilgi yıkar, kimileri ise zaferle küçülür, bayağılaşır. Büyüklük, hem
yenilgiyi, hem de zaferi kabullenebilen kişilerde yaşar.” sözü aklıma
gelmiş hayatı anlamlandırmaya çalışıyordum. Yüzlere baktıkça insanların
insanlığın ne kadar da mutsuz ve bir yerlere yetişmeye çalıştığını
anımsıyorum, belki amaçsız belki amaçlarına doğru hızla yürüyerek
gidiyorlardı.
Ben Steinbeck kadar tasvir yapamam ancak sokağın sonuna gelip
birisinin kafasını bacakları arasına ümitsiz ümitsiz ağladığını görünce
kafamda onca şeyler dolaştı durdu. Belki herkesi onun gibi gördüm. Kim
bilir neden ağlıyordu? Neden yanı başından geçtimde gözlerime bakmadı?
İnsan bir yabancının gözlerine bakmaktan korkarmış. Çünkü o bakışının
ardına yatanı bilmekten çekinirmiş. Evet, insanlık mutsuzdu, zaten My
Dying Bride boşuna yapmamıştı “The Cry of Mankind”ı, Savatage’in “The
Wake of Magellan’ındaki yaşlı adam gibi yalnız olmuştuk yalnızdık bu
hayatta. O, denizin kenarında yapayalnız dolaşırdı biz ise şehrin
keşmekeşinde kaybolur giderdik. Kimimiz nefret ediyordu kimimiz ise bir
çıkış yolu arıyordu. Hayatın zorluklarıyla yüzleşme, inanç problemleri,
felsefi tartışmalar sonucu cevabı zor sorular gibi cevaba çok uzaktık,
kimimiz yenildi daha fazla ileri gidemedi kimimizse bir deryada küçük
bir kum tanesi oldu kaybolmamaya çalıştı ve debelenip durdu. İşte o
karlı günün sabahı sadece bunlar değildi beni düşündüren belki de biraz
Draconian Times’ı hayal ediyordum belki o düşündürüyordu böylesine
gaddar zamanları…
Enchantment’ın ilk 50 saniyesi beni hayata daha çok bağlamıştı. İnanın, o
zamanlar çok farklıydı her şey, daha bir hissizdi yüzler, donuktu.
Dinleyin bu şarkıyı, soğukta yoğun bir şekilde kar yağarken dinleyin,
yüzünüze karlar çarparken, dışarıda bin bir insan koşuşurken,
otomobiller çevreye dumanlarıyla zarar verip gürültü kirliliği yaratıp
zamanımızdan ve ruhumuzdan çalarken bir dinleyin, emin olun çok daha
anlamlı olacaktır. Nick Holmes’u hiç bu kadar kararlı ve sinirli bir
vokal yaparken dinlememiştim. Grubun ilk dönem eserleri daha bir sertti
ve daha kargaşa yaratmaya yönelikti ama bu deyim yerindeyse huzur
kaçıran bir melankoliye sahipti. Nick Holmes bizim gibi mutsuzdu
anlattıklarına bakılırsa. İşte bu yüzden ortak yönlerimiz vardı. Ruh
neydi? O ruhun tarifi Paradise Lost’da gizliydi sanki. Grubun “Icon” ile
girdiği melankoli deryası “Draconian Times” ile devam ediyordu ama bir
farkla. Paradise Lost o zamana kadar hiç yapmadığı bir şekilde hüzün
taşıyordu. Holmes ve tayfası kafasını bacaklarını arasına almış bu
hayatta bitmiş insanların acılarını anlatıyordu. “Hallowed Land”
girdiğinde ise istemsiz bir şekilde gözlerimden yaşlar dökülüvermişti bu
nasıl bir etkiydi hala inanamam yazıya dökemem. Bazen kendimle
kaldığımda bu albümü dinlediğimde ancak anlatabilirim sözler birden
dökülüverir.
Bazı dinleyiciler bu albümdeki Nick Holmes vokallerinin James Hetfield’ı
çok anımsattığını söyler. Doğrudur, Holmes hayata karşı mutsuzluğunu
haykırırken öylesine detaylı verir ki her şeyi hayatı düşüncelerinizde
tasvir ettirir size. Karanlıktır, depresiftir bu albüm. Zira sizi çekti
mi içine çeker. Tıpkı “Forever Failure” gibi. “Draconian Times’ın belki
de en önemli nadide bestelerinden birisidir bu. İlk başladığında Charles
Manson’un mahkeme kayıtlarından birazını dinleriz ve bize der ki
“Understand procedure, understand war understand rules, regulations. I
don’t understand sorry.” Şarkının 3:09 saniyesinde giren o gitar
melodisi insana ne düşündürür neyi anımsattırır hala anlayamam. Bir
şarkı hayatınızda böyle anlam taşıyorsa ona sıkı sıkı bağlanırsınız.
İşte bu da böyle bir şeydi.
“Shadow Kings”i ise defalarca başa sarıp dinlediğimi hatırlıyorum.
Ritim gitarda yaratılan o tarif edilemez hisler şarkıları çok melankolik
yapıyor. Büyük üstat Mackintosh ise kaybetmiş insanların hikâyelerini
anlatır cinsten öyle melodiler yaratmış ki seneler sonra dinlediğimde
bile aynı etkiyi yaratıyor. Ya “Elusive Cure”un başlangıcındaki o
sersemletici melodiler nasıldı? İnsan kendisini büyük bir boşlukta
hissediyordu. Holmes’un “Regret, refrain, i can no longer bear it”
sözleri kendisinin kırılgan sesiyle insanı derinden yaralıyor. “Yearn
for Change”in ardından gelen “Shades of God” ise bir başka tarif
edilemez Paradise Lost şarkısı. Belki Black Sabbath etkisi, belki o
ritim gitarların yarattığı karanlık, umutsuz dünya tasviri. İnanılmaz!
“Draconian Times” Paradise Lost’un en başarılı olduğu ve bir dünya
insanı melankolisiyle peşinden koşturduğu bir albüm. Katatonia’sından
Moonspell’ine her grup biraz etkilenmiştir.
Ah Holmes, ah 1990’lar! Her şeyin daha yavşamadığı, dünyanın daha bir
sersemletici zamanlarına denk geldiği, havaların daha soğuk olduğu,
küresel iklim dengesizliklerinin bu kadar hayatımıza etki etmediği,
trafik sorunlarının neredeyse başlangıçlarını yaşadığımız, çevre
katliamlarının yaşandığı, fokların öldürülüp derisinin kullanıldığı,
AIDS’in çoğaldığı, evsiz insanların daha çoğaldığı, gelir-gider
dengesinin arasında uçurumların yaşandığı, sağlık sisteminin zaten
çöktüğü, teknolojinin insanları daha esir almadığı, bir sevgilinin
karşısındaki sevgilisine daha içten sarıldığı ve daha mutlu olduğu
yıllar ve belki de çoğumuzun mutlu olamadığı o gaddar, zalim yıllar!
“I don’t really know what sorry means, i’ve been sorry all my life
I’m sorry i was born, that’s what my mother told me
I don’t really know what sorry means
I’ve been sorry all my life
I don’t really know what sorry means”
Charles Manson (Paradise Lost – “Forever Failure”) 3.00 dk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder