THE CRANBERRIES
NO NEED TO ARGUE
ISLAND
Limerick: Çocukluk hatıralarında kalan hüzün nergisi.
İrlanda’nın denize kıyısı neredeyse yok denecek kadar az olan küçücük
bir kentidir Limerick. Birçok film orada çekilmiş, birçok sanatçı da
eserlerini o şehrin bitmek bilmez yağmurunun o sonu gelmez hüznünün
içerisinde yazmıştır. Angela’s Ashes adlı romanın yazarı Frank McCourt
bunu kitabında öylesine dillendirerek anlatmıştır ki hem kara mizahına
gülebilir hem de yaşanılan o duygu sağanağına bir şapka
çıkarabilirsiniz, saygıyla. Evet, o yağmur bitmek bilmez ve insanın
içerisine dolu dolu yağar, küçücük hatıralar bıraktırır yüreğine.
Çocukluk da böyledir. Küçücük bir kız çocuğunun yaşadığı gelgitli
duygular, ilk yaşadığı çekingen aşklar, yemyeşil kırlarda koşup oynadığı
oyunlar, rüzgârlarda sallandığı salıncaklar, ruhunda gezinen hayal
kırıklıkları ve yalnızlıklar, büyüdüğünde bile kendisini bırakmayan en
değerli duygulardandır ve bunları zaman geçse de hiç unutmaz. Bunları
beyninin küçücük bir köşesinde saklar durur.
“Gökgürültüsü ve şimşek hissettiklerimi hiç değiştirmeyecek, nergisler çok güzel görünüyor bugün.”
Bir ilkbahar çiçeği olan nergis, Dolores’in yüreğine sonbahar
zamanları düşmüştü. Geçmiş zamanda yaşadığı duygusal hatıraları bir bir
şarkıya dökmüş, biz de bunları 1994’ün sonbaharında dinlemiştik. Bir
şarkı yazarı nasıl ki çocukluğunda yaşadığı olayları içselleştirip bunu
bize sunuyorsa, biz de dinlediğimiz zaman o duyguları kendimiz yaşamışız
gibi etkilenebilir, öyle hissedebiliriz. Dolores O’Riordan İrlanda’nın
Limerick şehrinde dünyaya gelmiş, geçmişinde aile hayatı olarak pek
şanslı sayılmamış, dedesi Joe’yu yangında kaybederek hayatta yapayalnız
kalmış, sürekli ruhunda derin acılar çekmiş ve bunu çok duygusal bir
şekilde bize aktarmış bir değerli müzisyen, bir duygu şairidir. Bitmek
bilmeyen Limerick yağmurları arasında yüreğinde hüzün biriktirirken
dünyadaki problemlere seyirci kalmamış, savaş çocuklarına, Bosna’da
kaybedilen canlara ithafen acılı methiyeler düzmüş, karşı tarafı da
sürekli şarkılarında eleştirmiş ve “Kim koruyacak savaş çocuğunu
bebeğim, kim kontrol ediyor anahtarı, kaybeden kim şimdi? Kaybeden
biziz.” gibi realist yaklaşımlar sergileyen dürüst bir insan profili
çizmiştir.
“Annem beni sevdi, babam beni sevdi. Ne hale geldiğimi
anlayın, bu benim tasarımım değildi. Mutsuzluk ben gençkendi ve
umurumuzda değildi.”
The Cranberries müzik dünyasında U2’nun, Manic Street Preachers’ın,
R.E.M.’in, PJ Harvey’in ve Portishead’in fırtınalar gibi estiği 90’lı
yıllar ortasının en başarılı gruplarından birisiydi. Kadın vokalistler
arasında çok değer görmüş Dolores O’Riordan ile ilk albümü “Everybody
Else Is Doing It, So Why Can’t We”yi çıkarmış ve bu albümden Linger ve
Dreams gibi şarkılar dillerimizden hiç düşmemişti. “No Need To Argue”
albümünün çıkışı ise hem listelerde, hem de içimizde fırtınalar estirdi.
Zombie gibi bir bestenin pop dinleyeninden heavy metal dinleyenine
kadar sahiplenilmesi ve bunun dışındaki o duygu dolu şarkıların
ruhumuzda yarattığı depremler kimin aklından çıkabilir ki?
Albümün kapağına baksak bile kendimizi yıllar öncesinde buluyoruz. O
şarkılarla yaşadıklarımız, hatıralarımız, ilk aşklarımız hepsi gözümüzün
önünden geçiveriyor. Dolores’in anne babasına sevgi dolu sözlerle
yaklaştığı Ode To My Family ile açılan albümde daha ilk notalardan
itibaren yastıklara sarılmaya başlıyor, düşlere kendimizi atıveriyoruz.
Bir genç kızın yaşadığı sancı dolu ayrılık ilişkisini I Cant Be With
You’da, sonrasında gelen 21 yaşın getirdiği o duygusal paylaşımlarını
ise Twenty One’da anlatıyordu Dolores.
“Bir daha olacağını sanmıyorum, düşüncelerimi aldın benden.
Artık daha fazla bir şey istemiyorum. Her şeyi alıp götürebileceğini
düşünmüş müydün hiç?”
Sadece iki üç notayla bile bir etki yaratılabileceğinin göstergesini
The Cranberries Empty adlı şarkıda gösteriyordu. Dolores’in kullandığı o
klavye melodisinin tarifi imkânsız olmakla birlikte, şarkının
bünyelerde yarattığı o tarifsiz çalkantıları hissetmek de kişinin kendi
ruhsal tarafının yaşayacağı bir şeydi. “Kimliğim götürüldü mü, kalbim
üzerimde mi kırılıyor?” gibi sorularla da kendi hayatına sorduğu
sorulardan bir kaçıydı Dolores’in. Empty bir çoğumuzun yaşamında derin
hatıralar bırakmış bir bestedir. Hemen arkasından gelen Everything I
Said’de ise ayrılış hikâyesinin ruhunda yarattığı gelgitleri aktarıyor.
“Çünkü ölseydim bu gece elimi tutar mıydın? Hayır. Anlar mıydın eğer bir
öfke içerisinde yaşasaydım, hâlâ burada olur muydun? Hayır. Yok, olur
muydun?” gibi sözcüklerle dile getiriyordu şarkıda hissettiklerini.
Everything I Said’in hemen ilk başlarındaki o gitar tonu The Cranberries
müziğinin temel taşlarından birisi ve çok hüzünlü. The Icicle Melts ve
ardından gelen o ünlü Ridicilous Thoughts da bu albümün en güzel
yolculuklarından iki tanesi ve özellikle Ridiculous Thoughts kimimizin
beğenilerinde en ön planda yer alıyor. İki yüreğin bir elma gibi
bütünleşmesi gerektiğini anlattığı Dreaming My Dreams ve Dolores’in
İrlandalı ünlü şair W. B. Yeats’e bir saygı göndermesi şeklinde yazdığı
Yeat’s Grave ise albümdeki güzel bestelerden ikisiydi. Bir ayrılışın çok
radikal bir şekilde resmedilişini anlattığı Daffodil Lament’de ise
Dolores “Karar verdim sonsuza dek seni bırakmaya, karar verdim yeniden
başlamaya, gök gürültüsü ve şimşek hissettiklerimi değiştirmeyecek ve
nergisler çok güzel görünüyor bugün” diyor ve çocukluğunda hatırlarında
kalan bir nergis çiçeğini bir umuda bağlıyor, onu bir umut olarak
görüyor.
“No Need To Argue” bugün artık klasik bir albüm konumundadır. Beğensek
de beğenmesek de, gerçek şu ki birçoğumuzu etkilemiştir, çocukluğumuzda
ve gençliğimizde. Günlerce bu albümdeki şarkılarla uyumaya çalışmışızdır
ya da sevdiğimizi düşünmüşüzdür. Bu albüm bizim hayatımızda o kadar
gerçektir, iz bırakmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder