25 Ocak 2013 Cuma

Amorphis - The Beginning of Times

AMORPHIS
The Beginning of Times
2011

       1994 civarı ve bir Fin arkadaşın kasete kaydettiği iki grup. A tarafında adını sanını hatırlayamadığım ama "B" tarafını ise ezbere bildiğim bir kasetti o. “Tales From The Thousand Lakes” ile geçirdiğim yazları ve kışları anımsıyorum. Ardından “Elegy”nin kara kış vakti beynimi delen o mağrur melodileri nasıl da hatırımda.

     Yağmurlu bir günün ardında buğulu camlar arkasından nasıl da dikizlerdik caddeleri, nasıl dizlerimizi büküp gözlerimiz kan çanağı oluncaya kadar bizi terk-i diyar eden sevgilinin ardından ağıtlar yakardık her akşam, her gün. Karlarla dolu sokaklarda yapayalnız yürürdüm kendimle baş başa. Kalbime dokunan sımsıcak melodilerdi beni sımsıkı tutan. Hayatın gerçeklerini bir bir yüzümüze vuran, her acı notada belki de benliğimize giren, yıllarca beni bizi bırakmayan o beyaz zambaklar ülkesinin üzgün ozanlarıydı dokunan, derimizin ve kalbimizin her noktasına nüktesini vuran, bırakmayan, bırakılmayan.

    “Tales From The Thousand Lakes” bir şiir ise “Elegy” tabii ki bir ağıttı. Sonrasında gelen “Tuonela“, “Am Universum” ve “Far From The Sun” ise ayrı ayrı güzellikler barındıran yegâne albümleriydi topluluğun. Eski vokalist Pasi Koskinen ile bir devri bitirmiş ve yerine gelen yetenekli Tomi Joutsen ile yepyeni başlangıçlara gebe kalmıştı Amorphis. Daha önceleri her albümünde – “Tuonela”, “Am Universum”, “Far From The Sun” hariç- kendilerinin dünyaca ünlü destanı Kalevala’dan esinlenmişler ve şarkı sözlerini bu destandan alıntılamışlardı. Tomi Joutsen’in katılımıyla grubun müziği bir parça değişime uğramış ve yine Kalevala’dan etkilenimlerle oluşturmuşlardır albümlerini. Joutsen’li ilk albüm “Eclipse“de Kalevala’nın en talihsiz karakterlerinden birisi olan Kullervo’nun hikâyesini anlatırlar. Ardından gelen “Silent Waters” ise yine destanın ana karakterlerinden äinen’in yaşamındaki önemli noktalara değinir ve “The Beginning of Times”da da karşımıza çıkan Väinämöinen ile yaşadığı çetrefilli olaylar anlatılır. “Skyforger” ismindeki diğer başyapıt albümünde ise destanın demirci karakteri Ilmarinen’den, onun yaptığı değirmen Sampo’dan ve karısının vahşi hayvanlarca öldürülüşünden bahsederler. Amorphis birkaç defadır sözlerini Fin şair Pekka Kainulainen’den alıyor ve onun üzerine bestelerini yaratıyor.

    Son albümün konsept ve müzikal yapısına döneceğiz, ancak bundan bahsetmeden önce Amorphis müziği üzerine birkaç düşünce yazmak isterim. Şu son albüme gelene kadar grubun bestelerine bakıldığında çok fazla farklılık kulağa çarpmıyor, bu doğru. Hatta “Eclipse” albümünden bir şarkıyı getirip şu son albümün içine koysanız sırıtacağını da pek zannetmem. Amorphis müziğinin eleştirildiği en önemli konu ise bestelerinde hep aynı yapıyı kullanmaları, hatta aynı tonları aynı melodilerden vermeleridir. Elbette bu bir grup için büyük bir handikap, ancak şöyle bir durum var ki bu topluluğun her albümünde mutlaka bir enstrüman ön plana çıkıyor ve farklı tonlamalar sergiliyor. Bu farkı çoğu zaman hissedemiyoruz. Ayrıca bazı albümlerinde yeni ve farklı melodiler bulmaya çalışıyorlar ve bunu bizlere sunuyorlar. Örnek vermek gerekirse “Eclipse” albümünde basit gitar melodilerden yarattıkları ambiyansı “Silent Waters”da klavyeden vermeleri, “Skyforger”da ise kesik kesik thrash rifleri kullanmalarıdır. Bu bence bir değişimdir.

    “The Beginning of Times”, Amorphis’in 2011’deki bir çılgınlığıdır. Grup hem müzikal yönden diğer yapıtlarını aşmış hem de liriksel açıdan en başarılı ürünlerinden birisini ortaya çıkarmıştır. Bugün bu metal grubunun bu albümünün şarkılarında kullandığı tonları (özellikle klavye) bir başka topluluk kullanmıyor. Amorphis kendi yarattığı bir dünyada kimseye bakmadan hızlıca ilerliyor ve kendileri için muğlak bir şey de gözükmüyor. Daha önceki albümlerinde iki gitarist Holopainen ve Koivusaari dizginleri ele almışken “The Beginning of Times”da klavyeci Santeri Kallio’nun bestelere nasıl da sinsice nüfuz ettiğini keyif alarak dinlemekteyiz. Santeri Kallio’nun bu albümde kullandığı o tonlar şimdiye kadar Amorphis müziğinde kullanılmamıştı. Bugün bu tonlamaları IQ, Wobbler, Glass Hammer ve White Willow gibi kalburüstü progresif rock toplulukları kullanmakta ve bu durum grubun müziğini çok detaylı taraflara ve derinlere sürüklemekte. Hatta bunun ucu Alan Parsons Project’lere kadar gidebilmekte ve isteyen inanır istemeyen inanmak istemez ama, topluluk bu ilerici yapısıyla bizi şaşırtmaktadır. Bestelerde Blind Guardian, Jethro Tull gibi folk yönü kuvvetli grupların etkilerini de hissedebilmekteyiz. Gitarlar çok daha melodik, saksafon ve klarnet gibi enstrümanlar da yine farklılık yaratmak için kullanılmış. Müzikal açıdan progresif yaklaşımları olan topluluk albümün konsept yapısında ise Kalevala’nın ana karakterlerinden bilge ve yaşlı kişi, Kantele’nin yaratıcısı Väinämöinen’in hayatına bir bakış fırlatıyor ve onun yaşam savaşını, aşkta kaybedişini, sürüklenip debelenişini ve ne olursa olsun hayata ışık getirmek ve şarkı söylemek için uzaklara gidişini anlatıyor. Albüm kapağındaki yumurta ise bir dünyayı içerisinde saklıyor ve o kırılınca, kırılan bu parçalardan yaşam meydana geliyor.

    İşte hayatını dünyaya ışık getirmeye adamış bilge kişi Väinämöinen’in savaşını anlatan şarkı iç acıtıcı klavye melodileriyle başlıyor. Battle For Light boğazınızda yumru oluşturucu etkisi ve harika gidişatıyla mükemmel ötesi bir açılışa sahip devasa bir şarkı. Koral vokallerdeki dolgun yapı besteyi farklı hale getirmiş. Ardından gelen kompleks şarkı Mermaid’in lirikleri ise çok acı verici bir olaydan esinlenmiş. Şarkı Väinämöinen’in sevdiği kız olan Aino’nun (albümde karakter isimleri yer almıyor) kendini suda boğmasından esinlenir ve şarkı müzikal olarak kusursuz bir şaheser olmakla birlikte Aino’nun inlemeleriyle başlar. Joutsen’in ilk vokallerine dikkat edin nasıl da kırılgan söylüyor. My Enemy’de Väinämöinen’in düşmanları anlatılır ve Joutsen’in katıksız brütal vokalleri de bu şarkıda kendilerine yer buluyorlar.
                                                                   v ä i n ä m o i n e n
     
      You I Need tertemiz Joutsen vokalleriyle ilerleyen kan kaynatıcı duygusal bir eserken nakaratlardaki kusursuzluğa dikkatinizi çekmek isterim. Albümün en iyilerinden Song of the Sage’de üst üste bindirilmiş vokaller, progresif yapı, ritim değişiklikleri, Blind Guardian ve Jethro Tull etkileri tek kelimeyle kusursuz. Three Words kararlı Joutsen vokalleriyle nefis ilerliyor ve Santeri Kallio’nun bahsettiğim farklı klavye oyunlarından bazıları da bu şarkıda duyuluyor. Reformation, Soothsayer ve ardından gelen mükemmel nakaratlı On a Stranded Shore bu albümün en keskin çalışmalarından bazıları. Albüm sonlara gelirken Escape ve Crack in a Stone ile iyice deliriyor ve kendinizi muğlâk bir yolculukta hissediyorsunuz. Amorphis o devasa yumurtadan bilinmez yolculuklara gebe bırakıyor biz insanlığı.
   
“Tales From The Thousand Lakes” ve “Elegy” ile hayatıma etki edip, unutulmaz, bembeyaz ve kapkaranlık anlar, anılar bırakan bu grup yıllar sonra beni aynı duyguyla baş başa bıraktı. Yürürken, yatarken, koşarken, nefes alırken, yollarda dinliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder