8 Aralık 2012 Cumartesi

M o g w a i

                                                                   M O G W A I
                                                     Hayata derinlemesine süzülüşler...



Tıpkı bir soluk fotoğraf karesine bakar gibi. Müziğin ne hissettirdiğini sesli bir şekilde tam anlamıyla tanımlamak zor olsa da içimizde hapsettiğimiz bu hissiyatı bazen tek bir cümleyle aniden ortaya çıkarabilme gibi bir özelliğimiz hep vardır. Bazen de dinlediklerimiz hissettiklerimizi tıkar boğazımıza, oradan bir türlü çıkamaz, özgürleştiremez kendisini. Öyle bir yer düşünün ki ulaşılmaz olsun, öyle bir boşluk düşünün ki bulutlar gelsin sarmalasın ve öyle bir kıyı düşünün ki o sert dalgalar yüzünüze çarpsın. Ve bütün bu duyguları bir anda tattırabilecek birçok melodi düşünün ki hayatınıza bir fon olabilsin. Bulutlu ve soğuk iklimin kaotik insanlarını buluşturan bir müzik bu, belki dinledikten 40 dakika sonra size katarsis yaşatabilir ya da o sert dalgalarla boğuşturabilir, onlar kendilerini mutlu ve eğlendirici insanlar olarak tanıtadursun biz ise hayata dair bu iç burkan notalara derinlemesine süzülelim…

          Mogwai bugün Godspeed You Black Emperor ve Sigur Rós ile birlikte Post Rock’ın en çok bilinen üç grubundan biri olarak kabul ediliyor. Glasgow’da kurulan ve 1995 yılında temelleri atılan topluluğun ileriki zaman içerisinde oluşturduğu (1996–1997) materyalleri yıllarında gün ışığına çıkarması “Ten Rapid” adlı derleme albüm ile oldu. Bu toplama albüm fi kri ile birlikte grup ileri de birçok müzisyen ile çalışmalarda bulunacağının, şarkılarının remiks hallerinin, film-belgesel müziklerinin, single’ların EP’lerin ve çok sevdikleri şarkıların cover versiyonlarını yayınlama düşüncesini destekler nitelikte olduğunun da sinyallerini verdi. Zaman içerisinde görüldü ki Mogwai’nin bu tutumu kendilerini haklı çıkardı ve gerek fi lm-belgesel sektöründe ve müzik dünyasında bir dolu iyi isimle çalışarak şarkılarının remiks hallerinden tutun da cover şarkı söyleme çılgınlığına dek her alanda kendilerini gösterdiler. 1997 yılının bir anlamda önemi de “4 Satin” ismiyle yayınlanan ilk Mogwai EP’sinin piyasaya çıkmasıydı. Stuart Braithwaite, Brendan O’Hare, Dominic Aitchison ve John Cummings’den oluşan kadrosuyla Mogwai, ilk albümü olan “Young Team”i ise yine 1997’de beğenilere sundu.

         Post enstrümental rock’ın en iyi ürünlerinden birisini piyasaya süren grubun bu albümü çiğ soundu ile dikkatleri üzerine çekmekte gecikmedi. Daha yeni yeni o dönemlerde ilerici müzik akımlarına dahil edilen Post Rock akımının Tortoise, Labradford, Sigur Rós ve Godspeed You! Black Emperor ile birlikte en iyi topluluklarından birisinin Mogwai olacağı daha ilk albümden belliydi. Başlangıç hatasız ve başarılıydı. “Young Team”in birde konuğu vardı ki; o da geçtiğimiz senelerde dağıldıklarını açıklayan Arab Strap grubunun üyesi Aidan Moffat’tı. Albüm bir kenarda dursun Mogwai müziğinin “gitar temelli” olduğu apaçık belli oluyordu. Gitar melodisi ve rifl erinin üstüne deneysel bir takım düşünceler katan grubun minimalist yapısı da bir diğer önemli özelliğiydi. Rahatsız edici karmaşık “Katrien” melodileri, sentetik konuşma bölümlerinin bulunduğu “Tracy”, aniden patlayan ve sarsan “Like Herod” ve 16 dakikalık bir Mogwai klasiği olan “Mogwai Fear Satan”, “Young Team” albümünün temel taşları sayılabilir. Hatta albümden sonra “Mogwai Fear Satan”ın remiksini de çıkarmışlardır. Bu albümden sonra gruptan davulcu Brendan O’Hare ayrılıp ve yerine Martin Bulloch geçer. Mogwai’nin bir sonraki durağı “Come on Die Young”dı. Daha önce Paul Savage ile çalışan grup bu sefer de Mercury Rev ve Sparklehorse’dan tanıdığımız Dave Fridmann’ı yapımcı koltuğuna oturttu.

    İlk dinlenildiğinde pek güçlü etki veremeyen bu albüm bir önceki “Young Team” kadar güçlü ve karmaşık değildi, hatta bestelerde o kadar düzleşme görülüyordu ki bu çok eleştirildi. Dinleyiciler albümün ismine bakarak bir umutsuz pas beklemişti ama beklentiler boşa çıktı. Ama albümü beğenen diğer bir kitle de mevcuttu, onlar ise karamsarlığı bırakıp kendilerini “Come on Die Young”a teslim
etmişti bile. “Punk Rock” albümün ağır bir açılış çalışmasıydı. Şarkının derinlerinde Iggy Pop’ın Punk Rock hakkındaki görüşleri Mogwai müziğiyle etkileyici bir biçimde veriliyordu. “Cody” ise bir diğer farklı çalışmasıydı Mogwai’nin. Farkı ise şarkı yapısının iyimserliğinden ileri gelmekte… Belki de bu yüzden bu tarz besteler yüzünden albüme olumsuz eleştiri gelmiş olabilir diyorum. Bu çalışmada Mogwai’nin
çok sevdiği müzisyenlerden Arab Strap’ın Aidan Moffat’ına öykünerek yazdıkları “Waltz for Aidan” bir diğer ilginç çalışma olarak gözükmekte… Albümde “Kappa” ve “Ex-Cowboy” gibi uç besteler yanında “Christmas Steps” gibi enstrümantal müziğin tepe noktalarından bir çalışma da mevcut ki bu
albümle beraber insana farklı deneyimlerde yaşatıyor. Toplama albümlere yine devam eden grup 2000 yılında sanki bir albüm baskısı gibi duran “EP +6”yı çıkardı. “Stereo Dee” ve “Stanley Kubrick” albüm kayıtlarındaki çalışmalar gibi ilgi çekti.

         Mogwai’nin üçüncü durağı “Rock Action”dı. Sıra dışı olmaya hazırlanan bir grubun albümüne böyle basit bir isim vermesi şaşırtıcı. Hoş, albümden beklentiler o kadar da iyi değildi. O güzelim gitar tınıları gitmiş, o psychedelic hava kaybolmuş, yerine daha basit riflerle kotarılan açık bir gökyüzünde dinlenebilecek rahatlıkta bir albüm çıkararak sevenlerini ikinci kez şaşırtmıştır topluluk. Bu düşünceyi ilk iki albümdeki müzikal yapıyı bu albümle karşılaştırarak yapıyorum. Ama bir yandan da şöyle düşünülebilinir: Mogwai günden güne kendini geliştirebilen bir topluluk olarak çok farklı düşüncelerdeki
yapımcılarla bu işi en iyi şekilde tamamlayıp yoluna devam etmek düşüncesini de taşımış olabilir. Ve belki de bu albüm sanıldığı kadar vasat değildir. Beklentiler farklı olduğu için objektif bir şekilde düşünememek gerçeği şöyle dursun albüm her şeye rağmen ilgiyi hak ediyor. Çünkü iki albüme de benzemeyen bir çalışma karşımızda duruyor, Mogwai ise ilerici yapısıyla demek ki her albümde farklı tınıları kulaklarımızda dolaştıracak, bu sebeple bu negatif düşünceleri pozitife dönüştürmek gerek diye düşünüyorum. Mogwai’nin ilk iki albümüne göre daha yalın olan albümünde saf gitar melodilerini dolambaçsız, anti-deneysel bir şekilde kulaklara sunduğu bir gerçek. Bunun yanında ise albümdeki
besteleri tek tek incelediğimizde şöyle bir sonuca varıyoruz ki bu albüm gerçekten de iş yapar. Başarılı bir açılış şarkısı “Sine Wave”in yanında o kadar naif besteler var ki… “2 Rights Make 1 Wrong” ya da “Take Me Somewhere Nice” böyle değişik, düz, ama ruh halinize göre değişebilen yapıları da bünyesinde barındırıyor. Öyle çok fazla incelemeden grubun bir sonraki faaliyetlerine göz atmak istersek …

                                     MUTLU İNSANLAR İÇİN MUTLU MÜZİK Mİ?

               Yıl 2003’ü gösterirken Tortoise yıllar öncesinde “Millions Now Living Will Never Die”ı çıkarmış, Sigur Rós ise “( )” albümüyle tüm dünyada eşi ve benzeri olmadığını kanıtlamıştı. Post Rock kulvarında Mogwai’nin “Happy Songs for Happy People”ı tüm zamanların en iyi çıkışlarından birisi olarak değerlendirildi ve yukarıdaki grupların en iyi albümleri gibi “Happy Songs for Happy People”da onların buraya kadar ki en iyi hanesine yazıldı. Mogwai üzücü, depresif sınırlara adım attırıcı bir müzik yapıyor orası kesin, bu düşüncelerde bu albümle iyice onaylandı. “Hunted By a Freak” deyim yerindeyse kült bir açılış şarkısı. Yer yer yükselen yapıya karşılık gitarın o sakin ama rahatsız edici tınılarını üzerinde taşıyor. “Moses? I Amn’t” ise Mogwai’nin şimdiye kadar denediği en iyi ambient işlerden birisi olarak gözüküyor. Şarkıda kullanılan cello ise hüznü tarif etmekte gecikmiyor. “Kids Will Be Skeletons”ın durgun yapısı huzurla karışık bambaşka duygular yaşatmakta sanki. Sanırım Mogwai müziğinin tarifi de bu olmalı ama bunu da her seferinde deneysel bir şekilde yapsalar daha iyi olacak gibime geliyor. “Killing All the Flies” vokal efektlerine rağmen sinematografi k yapıyı da beraberinde barındırıyor. Böyle ambiyanslara bu albümde çokça rastlıyoruz. “Boring Machines Disturbs Sleep” ise albümün en yorucu yolculuklarından. Siren seslerini anımsatan, rahatsız edici temasına rağmen vokallerin oldukça iyi duyulabildiği, sizi derinlere dek götürebilecek aşmış Mogwai eserlerinden birisi.

      Yorucu olmasının sebebi ise bana göre zor dinlenilebilirliği olacaktır. “Ratts of the Capital”ın gitar tonlarının yarattığı sevinçli bir hava söz konusu ama baslar ile birlikte sanki bu hava dağılıyor, üzgün hale bürünüyor bu enstrümantal çalışma. Hafiften tonların sertleşmesiyle Explosions in the Sky melodilerini anımsatan sertliklere dek uzanıyor bu eser. Sadece birkaç nota üzerinden giden sakin bir beste olan “Golden Porsche”de ise piyano başrollerde geziniyor. Mogwai müziğinin “gitar eksenli” olmasından dolayı arada böyle piyanoyu ön plana almaları da albümdeki ilginç maceralardan oluyor kesinlikle. Aynı durum bir sonraki “I Know You Are But What Am I” için de geçerli ama bu çalışmada yer yer sample’ların yarattığı etkiyi kolay kolay üzerinizden atamıyorsunuz. “Stop Coming to My House” ise bu albümün kapanış çalışması. “Happy Songs for Happy People”ın piyasaya çıktıktan sonra müzik eleştirmenleri tarafından beğenilmesi öyle çok şaşılacak bir olay değil. Önümüzde çok başarılı bir albüm durmakta, deneysel yaklaşımları bu albümde pek öyle etkin bir şekilde kullandıkları söylenemez ama bu çalışma hakkında öyle bir gerçek var ki o da çoğu Mogwai dinleyicisinin kabul ettiği bir düşünce olan “Mogwai’nin en iyi işlerinden birisi” olduğu gerçeğidir.

      2006 senesinde Post Rock mevzusunda bir Gregor Samsa gerçeği ile karşılaştık. “55:12” adlı bu çalışma, o sene çıkan Mogwai’nin “Mr.Beast” albümüyle birlikte en sevilen albüm olmayı başardı. Explosions in the Sky ve Sigur Rós albüm çıkarmadığı için bu boşluktan yararlanan bu iki topluluk o
sene kariyerlerinin en iyi ürünlerini ortaya çıkardılar. Mogwai daha önceki çalışmalarından daha güçlü yapıdaki “Mr. Beast” albümünde deneysel sınırları zorlamakta gecikmediğini bu albümle vurguladı. Albümün içindeki her çalışma bir Mogwai klasiği gibi duruyor, gözleri dolduruyor sanki. “Auto Rock” ve “Glasgow Mega-Snake” arka arkaya çok iyi ikili olmuşlar gibi albümü sürüklemeye hazırlıyor dinleyicileri. “Acid Food” ise yine bilindik depresif duyguları yaşatıyor. “Travel is Dangerous” ve “Team Handed”da bu albümdeki gidişata en uygun eserler olarak gözükürken “Friend of the Night”da daha önce bahsettiğim piyanoyu başrole soyundurma olayı gerçekleşiyor ve başarılı oluyor da... “Folk Death 95” ve “We’re No Here” adlı çalışmalarla da bugüne kadar ki belki de en dibe çekici bestelerini dinletiyor bize Mogwai. Aynı yıl Darren Aronofsky’nin “The Fountain” adlı filmi için Clint Mansell ve Kronos Quartet ile çalıştılar. Ve daha sonra senenin sonuna yaklaşırken Fransalı futbolcu Zinedine
Zidane için çekilen belgesel bir fi lm için müzik bestelediler. “Zidane: A 21st Century Portarit” adındaki bu soundtrack albümünde gerek deneysel gerekse de sade bestelerle adlarından oldukça söz ettirdiler. 2007 yılını yeni albüm hazırlıkları için geçiren Mogwai 2008 yılında yine oldukça tartışma
yaratacak yeni albümü “The Hawk is Howling” ile dinleyici karşısına çıktılar. Bugüne kadar ki her albümünde aşağı yukarı bir değişimi uygulayan bir Mogwai bu albümünde tam orta safhada yer alıyor. Albümdeki şarkıları bir bir dinlediğinizde kimi zaman değişim yarattıklarını düşünüyorsunuz ama bir diğer düşünce de müziklerde ve bestelerde değişim yaratmadan ilerlediklerini ve vasat bir albüm çıkardıklarını da düşünmeden edemiyorsunuz. Bu noktada bir düşünce değer kazanıyor, o da Mogwai’i anlamaya çalışmak.


     Bu grup hakkında yazı yazmak ne kadar zorsa onları incelemek ve şarkılarında ne bulunduğunu, bu besteleri neden yaptıklarınıaçıklamakta o kadar zordur. “The Hawk is Howling” diğer bütün albümlerinin bir sentezi niteliğinde duruyor. Bunu çok fazla değişime uğramadan arada bir farklı denemeler deneyerek ulaşan topluluğun bu albümü de bence çok başarılı. Çünkü çok cesur bir grup var karşımızda, ne yaptığını çok iyi bilen, yanlış anlamaya çok müsait ama onların müziğini anladıktan sonra da takdir etmemizi bekleyen bir topluluk. “The Hawk is Howling”i Songs:Ohia ve Arab Strap yapımcısı Andy Miller ile kotaran Mogwai daha ilk şarkıda boğazımızda bir yumru oluşturuyor. “I’m Jim Morrison I’m Dead” tek kelimeyle “korkunç” bir çalışma. “3:56”. saniyeden sonra başlayan o tuşlu melodilerini şarkıyı karartmak için koymuşlar sanki. “Requiem for A Dream” filminin herhangi bir bölümüne rahatlıkla konabilecek derecede rahatsızlık veriyor. Bu tarz yapıyı defalarca sergilemelerine rağmen farklı noktaları da aralara yerleştirmekten çekinmiyorlar.

      İşte Mogwai’i anlamamıza yarayacak ipuçlarından bir tanesi. “Batcat” keza öyle bir çalışma. Sentezi ilk önce veriyorlar ve daha sonraki dinlemelerde müziğin katman katman yerleştirilmesinden dolayı alttaki sesler bir bir yukarı çıkıyor ve şaşırmaca oyunu oynuyorsunuz, Mogwai dehasının su yüzüne çıktığı bir albüm olarakta bakabiliriz bu çalışmaya. “Danphe And The Brain” ve “Local Authority” depresif sınırlarda gezinen iki Mogwai klasiği olmuş durumda. Barry Burns’ün ortaya çıkardığı o derin atmosferi bu iki çalışmada da çok rahat hissediyorsunuz. “The Sun Smells Too Loud”da sample’larla ortaya çıkarılan, gitarın yarattığı sürreal etkiye rağmen huzuru yakaladığınız bir beste olarak açıklayabiliriz.

      Bu albümdeki en ilgi çekici beste ise “I Love You, I’m Going To Blow Up Your School” olarak gözüküyor. Çoğu Mogwai dinleyicileri bu albümden bu çalışmayı çok sevdi. “Scotland’s Shame”, “The Precipice” ve “Kings Meadow”da “The Hawk is Howling”i olumlu derecede düşündüren “iyi” besteler.

     Kış müziği mi yoksa Sonbahar müziği mi yapıyorlar bir türlü karar veremediğim bir grup olan Mogwai, bana göre sadece “insanı derinliğe götüren”, “insanın boğazında koskoca bir yumru oluşturan”, “uzak diyarların kendine uzak insanlarını”, “gözyaşına boğan o dolu melodilerin yarattığı acıyı” anlatan “insanın düşüncelerini özgürleştiren” soğuk iklimin bence sıcak insanlarının yarattığı bir topluluktur. Onlar Mogwai. Glasgow İskoçya’dan…

siyahvebeyaz @ 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder