6 Aralık 2012 Perşembe

Progressive Rock - 7 (Gruplar E - G)

EGG

Canterbury Sound ve İngiltere. Bu akımın en önemli temsilcilerinden birisidir Egg ve akımın bütün özelliklerini müziklerinde kullanırlar. Dave Stewart önderliğindeki müzikleri doğal olarak Canterbury Sound’da kullanılan caz öğelerinin etkisindedir. Stewart’ın org ve piyano’daki ustalığı bir tarafa King Crimson’dan Robert Fripp nasıl gitar üzerinde farklı tonlar buluyorsa bu müzisyen de org üzerinde öylesine değişik tonlar yakalamakta usta. Buna ek olarak caz bas partisyonları, yumuşak tuşeyle çalınan o davulda eklenince ortaya zevk verici, defalarca dinlenilmesi farz olan bir grup ortaya çıkıyor. Aynı adlı 70 yılı albümü bir klasik olmuştur ve bu çalışmada Bach ve Grieg etkileşimli klasik müziğe bile göndermeler vardır. İkinci albüm “The Polite Force” ise bir Canterbury Sound klasiği olmuştur. Ek olarak saksafon ve trumpet’in kullanıldığı bu albüm yoğun caz partisyonları içermektedir. 74 yılı “Civil Surface”de ise usta bir ismi görürüz ki o da Gong grubunda çalan Steve Hillage’dir. “Civil Surface”de diğerleri gibi aynı kaliteye sahip olup Dave Stewart’ın yaratıcılığına bir kez daha şahit olurken Steve Hillage’in konuk olduğu şarkı “Wring Out The Ground” ise albümün en iyisidir. Egg dinlemesi zor olan topluluklardan bir tanesi. Klasik müzik ve caz/fusion seven bir yanınız yoksa hiç boşuna uğraşmayın.


 EKSEPTION

        Hollanda'nın medar-ı iftaharı. Bu gruptan bahsederken biraz silkinmek gerekiyor, çünkü maalesef değeri pek verilmemiş Rick van der Linden ismini zikretmem durumunda birçok progressive rock dinleyicisinin selama geçmesi durumunu da göz ardı etmemek gerek. Brian Auger, Keith Emerson gibi Hammond org dâhilerinin arasında nadide bir çiçektir. Diğer grubu Trace'de yaptıkları bir tarafa, özellikle Ekseption'ın beste yapılarına bakıldığında bu ismin ne kadar da önemli olduğu anlaşılır. Klasik müzik eserlerini kendi anlayışlarına göre caza bulayan, ardından bambaşka tarzlarla sentezleyen, hem de bunu Hammond org gibi önemli bir enstrümanla gerçekleştiren Linden'in günümüzde önemli bir kayıp olduğunu da belirtmek gerekir. Geçtiğimiz senelerde kaybettiğimiz bu değerli müzisyen Ekseption'ın "Beggar Julias Time Trip", "3", "00.04"( "Royal Philharmonic Orchestra" ile kaydedilmiştir) ve "5" gibi tarzının en iyi albümlerinde yaratıcılığı ile başı çekiyor. Trompet, saksafon, flüt gibi entrümanların cirit attığı Ekseption müziği klasik müzikten caz'a doğru yol alırken bize de bu müziğin keyfini sürmek kalıyor. Ekseption özellikle plaktan pikaptan dinlendiğinde daha da zevk alacağınız bir grup. Progressive dünyasında kaybolmaya yüz tutmuş, tozlu yollarda kalmış bir değer.


ELECTRIC SANDWICH

Brain Records’un kataloğunda gördüğüm ikinci topluluk da buydu. İsimlerinin farklılığı bir yana tek albümle böyle bir müzik için toplanmak bile fantastik bir yaklaşım kesinlikle. İlk dinlediğimde amatör müzisyenlerden çıktığına inandığım bu topluluk zaman geçtikçe kendine daha da fazla ısındırdı ve kendini beğendirdi. Amerika ve İngiltere’nin rock soundlarından bir heavy blues rock senteziyle oluşturulan bu müzik kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir yapı barındırıyor. Güçlü gitar melodileri bazen Black Sabbath’ı bile anımsatırken saksafon ve harmonika olayları da müthiş derecede güzel gelmekte. Aynı adla 72 yılında çıkardıkları albümde “China”, “Devil’s Dream” ve “I Want You” beğeniyle dinlediğim şarkılardan olmuştur. Çok farklı tarzdaki gruplardan mesela Jefferson Airplane’den Black Sabbath’dan Ten Years After’dan hoşlanıyorsanız onların sentezlerinden de hoşlanabilirsiniz gibime geliyor. Zamanında bu gruba da krautrock deniliyordu ama müziğe bakıldığında böyle olmadığı anlaşılıyor. Artık esamesi bile okunmayan pek bilinmeyen tozlu yolları çoktan arşınlamış kaliteli bir topluluk.


 EPIDAURUS

Epidaurus, Almanya’dan senfonik rock tarzında çıkmış en kaliteli topluluklardan birisi sayılıyor. Bunu da “Earthly Paradise” albümü ile gerçekleştirmişler ve sadece bu çalışmayla dinleyenleri de bugüne kadar etkisi altına almayı başardılar. En başta Eloy, YES ve Pink Floyd’u harmanlayıp, gerektiğinde Tangerine Dream’e bile uzanan bir müzikal yapıyı da bestelerde dinleyebiliyoruz. Hammond C-3 ve mini moog’un türlü tonlarını kullanan Günther Henne bu grubun senfonik sayılmasındaki en büyük etken olarak gözüküyor. 77 yılında çıkmış “Earthly Paradise”ın aksine bir sonraki çalışmalarını ise 94 yılında görürüz ki bu albümde de pop kalıplarını müziklerinde kullanırlar ve ertesinde de dağılıp giderler.


FAITHFUL BREATH

Alman senfonik rock topluluğu Faithful Breath periyodik olarak bir türlü başarıyı yakalayamamış, ilk albümünü kurulduklarından 5-6 sene sonra çıkarmış ve sonra müziğe ara vermiş gruplardan bir tanesi. 60’lı yılların sonlarında kurulduktan sonra 73 yılı Senfonik Rock başyapıtıFading Beauty”i çıkarırlar. Bu albümün en büyük özelliği gitarların ve klavyenin müthiş uyum sağlaması, klavyenin özellikle çok yoğun senfonik pasajlar çalmadan fon müziği şeklinde devam etmesidir. On dakikanın üzerindeki iki çalışma olan “Autumn Fantasia” bölümleri ve hemen arkasından gelen yaklaşık yirmi iki dakikalık epik ağıtTharsis” kusursuz olan albümün en güzel şarkılarıdırlar. 44 dakikada şiirsel müziğin en iyi örneklerini sergileyen bu topluluk ancak 7 sene ara verdikten sonra yeni albümünü çıkarır ama ne var ki bu dönem 80’lere denk gelir. Her progressive grubun 80’lerde düşüşe geçtiği bir dönem mutlaka vardır ve Faithful Breath’de bundan nasibini alır. “Back On My Hill”in 80 yılında çıkışıyla eski günlerini aratırcasına değişmiş olan o müzikal yapısı sayesinde topluluk bambaşka dünyalara yelken açar. Aslında klavye soundları bakımından fena bir albüm değildir ancak grup bundan sonra neredeyse heavy metal’e merhaba diyecek ve kendisini öyle sunacaktır.


FAUST

Almanya’nın Hamburg kentinden çıkan efsanevi krautrock topluluğu. İkinci Dünya Savaşı’nın çok sonra Avrupa’ya yansıyacak olan 1968 öğrenci hareketlerine olan etkisi ve o dönem Almanya’nın yaşadığı düşünsel bunalımdan en çok etkilenen toplulukların da başında gelir. Faust grubunun kuruluşu bile bir protest kimliğe işaret olup duruşuyla müziğiyle farklılık yaratan bir yapıya da sahiptir. Can, Amon Düül gibi eleştirel yıkım gruplarının arasında daima nadide bir çiçek gibi büyümüşlerdir. Müzikleriyle daima zamanının ötesinde yankılanmışlardır. Öyle bir ses sentezi oluşturmuşlardır ki bu bugüne gelene değin süregelmekte bugünün topluluklarına da etki etmektedir. Faust sahneye çıkıp o ilkel gitar tınılarını sergilediğinde sahnede onlarla beraber birçok yan öğe de beraberinde yer alır. Testere vb. aletleri müziklerinde gitarlarla beraber sunarlar ve daima deneysel farklı işler yakalamaya çalışırlar. Bırakın albümlerinden teker teker söz etmeyi bu gruptan bahsedilmesi bile gereksizdir. Sadece tanıtılması yeterli ardından bütün albümlerinin sırasıyla dinlenilmesi gereklidir. Eğer krautrock, deneysel ve elektronik işlerden hoşlanıyorsanız bu grubu hatmetmelisiniz. Son yıllarda ülkemizde de konser veren bu grup hala faal olarak müziğe devam ediyor ve 2009 yılında çıkmış enfes bir albümleri de mevcut. 2011 yılında çıkan Something Dirty albümüyle de eski günlerini aratmayan bu topluluk sürrealist ve zamanının ötesinde bir isimdir.


 FINCH

Hollanda’nın önde gelen progressive rock gruplarından olan Finch şarkı yapılarında yer yer ağır seyreden melodilerin ardından gitarların aniden yükselmesiyle daha kompleks bir yapıya bürünebilen bir müzikal özelliği kullanır. Kayak, Ekseption gibi Hollandalı gruplardan daha ön plandadırlar ve çok sadık dinleyicileri vardır. Soundları dolayısıyla Focus ve YES gruplarını da anımsatırlar. Özellikle gitaristleri Jan Van Nimwegen’in YES’in gitaristi Steve Howe’u anımsatan o karakteristik tarzı bütün dinleyicilerce bilinir. 75 yılı ilk albümleri “Glory of the Inner Force” artık kült bir albüm statüsündedir ve içerisindeki “Paradoxical Moods” şarkısı ve “Collosus” bölümleri albümdeki incilerden bir kaçıdır. Bir sonraki albüm “Beyond Expressions” ile başka bir başyapıt yaratmışlardır. Sadece üç çalışma içeren bu nadide albüm bir progressive rock klasiği değildir de nedir? “Scars on the Ego”daki o gitar soloların tarifini kim verebilir, bu nasıl bir duygudur, nasıl bir müziktir? YES dinleyicilerine de oldukça yakın gelebilecek şiirsel güzellikte bir albüm yaratan Finch 77 yılı bir sonraki albümü “Galleons of Passion”u çıkarır. Bu çalışmada çok beğenilir ve Finch bundan sonra tarihin sayfalarına gömülür.


 FOCUS

      Progressive Rock hep İngiltere, Almanya ya da İtalya gibi ülkelerden çıkan gruplardan ibaret değildir. Aksine daha küçük ülkelerden de önemli isimler çıkabiliyor. Focus Hollanda'nın iki üç önemli grubundan bir tanesidir ve "Hamburger Concerto" ismindeki albümüyle de sadece progressive çevrede değil uluslar arası arenada da oldukça tanınan bir grup olmuştur. Bir diğer Hollandalı grup olan Finch ile de iyi ilişkiler içerisinde bulunmuşlardır. Jan Akkerman ve Thijs Van Leer öncülüğünde kurulan Focus müziği senfonik rock'ın caz ile harmanlanması ve yer yer flüt melodileriyle bu yapının desteklenmesi şeklinde tasvir edilebilir. Dinamik bir şekilde icra edilen org, mellotron ve davul üçlüsü ise grubun bestelerinde canlılık yaratıyor. "In And Out Of Focus", "Moving Waves" ve "Focus III" gibi birbirinden kaliteli albümlerle ortaya çıkan topluluk en çok bilinen "Hamburger Concerto" yapıtı ile başarılı kariyerine nokta koymuştur. 1970'lerin ortasından itibaren ise eski günlerini pek yakalayamayan Focus birbiri ardına yayımladığı albümlerle eski tadı vermese de müziğe devam ediyorlar. 2006 yılında piyasaya sürülen "Focus 9/New Skin" albümlerinde ise eski canlılığı kalmamıştır. Blues'a göz kırpan, mid-tempo giden eserlerle kötü olmayan, dinlenebilirliği yüksek bestelere yer vermişlerdir.


FRED

Alman ya da İtalyan gruplarını ön planda tutan dinleyiciler nedense Amerikan progressive rock topluluklarını pek önemsemez, oysa zamanında ne kaliteli işler üretmişlerdir. İsmi güzel Fred topluluğu da bunlardan birisi. Bu grupla ilgili derinlemesine bir bilgiye sahip değilim ve son zamanlarda keşfettim sayılır ama sanki yıllarca dinliyormuşum gibi de güzel geliyor tınıları kulağıma. Fred çok fazla kayıt yapmamış, yaptıkları albümlerde birbirinden güzel. Mesela 71 yılı aynı adlı albümleri kulaklarda hoş bir psychedelic blues tınılar bırakıyor. Ama öyle yoğun ve ağır psychedelic değil de daha yumuşak ve zarif bir müzik sergiliyorlar. Enstrüman hâkimiyetleri oldukça iyi, müziklerinde yer alan klavyeler olsun hafif melodik takılan gitarlar ve kemanlar olsun belli bir kalitede seyretmiş. Cazdan da oldukça yararlanan grubun 74 yılı “Notes on a Picnic” albümünde de caz etkileri yoğunlukla kullanılmış. Fusion ile beraber verilen teknikalite ile keman melodilerini çok zekice birleştirmişler. Rahatlıkla tavsiye edebileceğim pozitif müzisyenlerin pozitif müziklerinden oluşan ismi güzel ilginç bir topluluk.


 FRIJID PINK
Amerika'nın pek başarıya ulaşamamış sadece 1970'lerde faaliyet göstermiş ilginç gruplarından bir tanesi. Amerika denilince Avrupa gruplarından farklı olarak işin içine doğal olarak blues girmektedir. Bir yandan 1970'leri esir alan bir blues rock fırtınası esmekteyken diğer tarafta da psychedelic rock'ın en iyi örnekleri o tarihlerde ortaya çıkmaktaydı. İşte tam bu sıralarda kurulan Frijid Pink bir yandan blues'dan beslenirken diğer tarafta ise o psychedelic olarak tınlayan güçlü gitar tonları ve rifleri arasında müziklerini ortaya çıkarmıştı. Aynı adlı ilk albümünü 1970'de çıkaran topluluk tam anlamıyla psychedelic blues rock icra ediyordu. İngilizlerin Humble Pie grubunu da anımsatan bu yapı onların ilk başarısı oldu. Albümde “House of the Rising Sun”ın ilginç bir yorumu da bulunmaktaydı. İkinci albüm "Defrosted" ile daha da sertleşip hard rock'a kayarak müziklerini daha da saflaştırdılar ve iki albüm daha yaparak ortadan kayboldular. Bad Company, Humble Pie müziklerinin Hammond org ile kaynaşmasından hoşlanıyorsanız çoktan tarihin tozlu sayfalarında yerini almış bu grubu baş tacı etmelisiniz.


 FRUMPY
Frumpy, müziğiyle tam anlamıyla bir yere yerleştirilemeyen bir yapıya sahip. Sanki illa bir kategoriye yerleştireceğiz ya!:) Bir yandan krautrock, diğer yandan caz müziğine göz kırpıyor, bununla da kalmayıp folk müziğe de bulaşıyorlar. Bu tarz eklektik müzikleriyle Frumpy fazla örneği olmayan Almanya çıkışlı gruplardan bir tanesi konumuna geçiyor. 1970 yılı ilk albüm “All Will Be Changed”, geriden gelen Rick Wakeman benzeri klavye oyunlarının ötesinde Inga Rumpf’un çeşitli vokal anlayışlarının sergilenmesi sonucunda, iyi bir albüm kimliği kazanıyor. Hammond org’un karakteristik biçimde kullanılışı Carsten Bohn Bandstand’in caza ve etnik müziğe öykünen davul vuruşları ise bu çalışmayı klasik mertebesine sokmakta gecikmiyor. “Frumpy 2” ve “By The Way” gibi iki üstün albüm yaratan bu topluluk çok geçmeden dağılıyor fakat 1990 yılında yeniden toplanıp da çıkardıkları “Now” albümü pek bekleneni veremiyor. Frumpy progressive rock dünyasında pek adı geçen bir topluluk değildir fakat ilk dönem eserlerine bakıldığı vakit kayda değer birçok unsura rastlayabileceğiniz gibi, yıllar sonra tozlu raflardan çıkarıp dinlediğinizde yepyeni melodilerin sizi karşılayacağı bir sürpriz de hazırlar.


FRUUPP

İrlanda çıkışlı, kendisini birbiriyle sentez yapılması zor türleri icra etmesiyle dinleyicilere tanıtmış, 70’lerin değeri pek bilinmemiş topluluklarından. Melodik rock’ın senfonik rock ile bileşiminden doğmuş müziklerinin folk ile harmanlanışı, şeklinde tarif edebileceğimiz Fruupp’un yayımlanmış dört albümü mevcut. 73 yılı ilk albümleri “Future Legends” yoğun bir şekilde YES müziğinden tınılar taşıyor. Basçı Peter Farelly’nin Chris Squire’ı (YES) anımsatan o bas tonları müziğin geneline yayılmış sanki. Klavyeyle verilen senfonik etkiler, vokallerdeki yumuşak melodik söyleyiş tarzı da Fruupp müziğinin karakteristik özelliklerinden sayılabilir. İkinci albüm “Seven Secrets” ise ilk albümün kalitesinden biraz daha uzak. Aynı yapıyı devam ettirmeyi denemişler ama beste bazında pek başarılı olamamış. Albüm kapaklarına çok özen gösteren grubun üçüncü albümü “The Prince of Heaven’s Eyes”ın kapağı çok nefis. Aynı şekilde müzik de daha derli toplu daha melodik rock sularında yüzen bir hâle bürünmüş. 1975 yılı “Modern Masquerades” adlı albümden sonra grup tarihe karışmakta gecikmiyor. İrlandalı olmaları dolayısıyla irish folk gibi yakın oldukları bir tarzı icra etmeden birçok türü kaynaştırmaları da onlara şapka çıkarmamızı kolaylaştırıyor.


 GREENSLADE

Caz rock grubu Colloseum’da klavye çalan Dave Greenslade’in önderliğinde kurulan bu senfonik rock topluluğu ilginç sentezli müzikleriyle ne bir YES olabilmiştir ne de bir Gentle Giant. Klavyede yer alan ve destansı tonlara sahip olan Dave Greenslade’in oluşturduğu bestelerde caz ile senfonik altyapının beraber kullanıldığına şahit oluyoruz. Gümbür gümbür bas soundları bir yana davullarda tınlayan o yumuşak vuruşların etkileyiciliği her zaman kendi dinleyicilerince çok tutulmuştur. İlk albümün başarısı ortada fakat “Beside Manners are Extra” ile de bu başarının gelip geçici olmadığını kanıtlayan topluluk zaman içerisinde birkaç albüm daha yapar ve sonra kaybolurlar. Bugün plak toplayan progressive rock dinleyicilerine sorsanız onların ilk iki albümünü mutlaka söylerler. Gerçekten de hak ettiği yeri elde edememiş bir senfonik rock grubudur.


GRAVY TRAIN

Şiirsel melodik flüt melodilerinin çok belli olmayan caz yapısı ile harmanlandığı 70’lerin ilginç İngiliz gruplarından bir tanesi sayılan Gravy Train, Jethro Tull, Traffic ve Van der Graaf Generator etkileriyle bir döneme damgasını vurmuştur. Nick Barrett’in gitar sololarını güçlü olarak çaldığı, saksafon melodilerinin ise psychedelic anlara gebe olduğu farklı bir gruptur. Grubun tarzını tam olarak bir yere oturtamazsınız, devamlı türler arasında gidip gelmiş ve bir anlamda “müzikal zenginlik yolculuğu” yaptırmıştır dinleyicilere. 70 yılındaki kendileriyle aynı adı taşıyan ilk albümü, 71 yılı “(A Ballad of) A Peaceful Man” bu sayede bir yerlere gelebilmiştir. 73 yılı “Second Birth” albümüyle kimi dinleyiciden iyi kimisinden kötü puanlar alışı da bu arada kalmış ve bir yerlere oturtulamamış tarzından kaynaklanmakta. “Staircase To The Day” ile biraz düzelen bu topluluk iyi eleştiriler almasına rağmen ortadan kaybolmuştur. Grubun ilk albümünden itibaren müziklerine farklı farklı enstrümanlar yerleştiğine de dikkat edilmeli ve gitar soloları ve flütleriyle ilgi çeken bu topluluğu takip etmenizi de öneririz.


GROBSCHNITT

         Kimi yerlerde krautrock kimi yerlerde ise senfonik rock olarak adlandırılan Almanların en iyi gruplarından birisidir Grobschnitt. Teatral sahne şovları, YES, Pink Floyd, Amon Düül II ve Eloy'dan yoğunlukla beslenen müzikleriyle de dikkati çekmişlerdir. Şöyle birkaç tane Alman grubu say deseniz içinde mutlaka Grobschnitt ismi geçer, bunun sebebi de 1970'lerdeki "Ballerman", "Jumbo" ve "Rockpommel's Land" albümleriyle gerçekleştirmiş oldukları başarıdır. Almanya'nın diğer Eloy'u olarakta tanınırlar, hatta bazı dinleyiciler Pink Floyd ile karşılaştırmaktan çekinmezler. Böyle düşünmelerinin birkaç sebebi vardır ama içlerindeki en geçerli düşünce grubun çıkardığı "Solar Music-Live"daki performans olmuştur. Teatral olarak sergilenen bu konser performansı rock tarihinin en önemli anlarından birisidir. Dinlemenin dışında bu konseri izlemek bir tarihe de tanıklık etmek demektir. Pink Floyd'un "Live at Pompeii" canlı kaydı ile çok karşılaştırılan bu konser yüzünden Grobschnitt ismi kendilerinin de inanamayacağı bir dereceye gelmişti ki bu Alman gruplarında görülmesi zor bir olaydır. Bu bir şans meselesidir ve buna ancak Eloy, Tangerine Dream, Kraftwerk, NEU! gibi isimler ulaşabilmiştir. Türkiye'de bu grubun cd'lerine rastlarsanız kendinizi şanslı sayabilirsiniz.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder