7 Aralık 2012 Cuma

Progressive Rock - 15 (Polonya)

                                                          POLONYA EKOLÜ

           E, artık ekol oldular. Polonya’nın Doğu Avrupa ülkesi olması, soğuk ve kapalı iklimin hüküm sürdüğü yerde yer alması sonucunda gerek film yönetmenlerinin gerekse müzisyenlerinin ortaya çıkardığı eserler genellikle karamsar ve melankolik oluyor. Bir dönem tümden bir ülkenin baskısını üzerinde hissetmiş, insanlarını yitirmiş, o yakılmış yıkılmış yalnız ve kapalı havalı Varşova’nın ve dolayısıyla Polonya’nın derin dehlizlerinde hüküm süren Kieslowski’nin filmleri ve onun filmlerinin müziklerini yapan kompozitör Zbigniew Preisner’in derinlik arz eden ve ruhsal dünyaya kapıları aralamamızı sağlayan müzikleri oldukça karanlık bir dünya sunuyor. Polonya progressive rock dünyasında geçmişte öyle çok büyük gruplar çıkaramamıştır fakat 80’lerden bu yana çıkardığı her grup belli bir kaliteye sahiptir. Bu sebeple son zamanlarda Alman, İtalyan ekollerinin yanında Polonya ekolünden de bahsetmemiz çok doğru olacaktır. Bu ülkenin çıkardığı gruplar genellikle senfonik, caz etkili ya da son dönem neo-progressive tarzında olmakla birlikte bazen kendi ülkelerinin geleneksel folk müziklerinden de yararlandığı bilinmektedir. Sanatçısı tam sanatçıdır bu ülkenin.

                   
                     Polonya’nın çıkardığı en iyi en köklü grup SBB’dir. Bunu da oluşturdukları müzikaliteye bakarak yazıyorum. 70’li yıllardan beri senfonik rock ve caz’ın en iyi örneklerini sergilemişler ara sıra dağılıp tekrar kurulmuş ve albümler yayımlamışlardır. Camel ve Genesis’in eski dönemlerinden yoğunlukla etkilenirler ve hemen hemen çıkardıkları bütün albümler kusursuz bir müzikalite taşır. İlk albümleri “Nowy Horyzont”, “Ze Slowem Biegne Do Ciebie”, “Welcome”, “Pamięć” ve “Slovenian Girls” gibi üstün kalitede albümleri mevcuttur. Grup en son olarak 2009 yılında yeni soundları ile geri dönmüş ve “Iron Curtain” albümünü çıkarmışlardır. SBB Polonyalı olması dolayısıyla 70’lerde pek etkili olamamış fakat bunun yerine bir İngiliz grubu olsaydı durum çok farklı olurdu demekten kendimi alamıyorum. “Live” albümleri ayrıca değerlendirilmesi gerekli olan bu grubun DVD kayıtları da bir o kadar başarılıdır ve izlerken müzikal bir doyum yaşayabilirsiniz. Topluluk 2012 yılında da eskileri kadar olmasa da yine de modern soundlu fena olmayan bir albümle geri dönmüştür.

1970’lerde kurulan ve pek bilinmeyen bir topluluk olan Anawa ise psychedelic/acid rock tripleriyle o döneme Polonya’dan bir cevap niteliği taşımıştır. O dönemlerde kurulmuş bir başka grup olan Nurt’da caz etkili progressive rock’a örnek teşkil ediyordu, aynı adlı albümleri Polonya progressive rock literatüründe ön sıralarda yer alır fakat bu grupları bilen pek yoktur, sadece bu tarzla ilgilenenler tarafından albümleri ve plakları takip edilir. Dzamble ve Klan toplulukları da 71 tarihinde bir görünmüş ardından ortadan yok olmuşlardır ama Polonya’nın eski grupları denilince isimleri mutlaka bir yerlerde geçer. 80’lerde lehçe müzik yapan bir topluluk da Krzak’tır. Genellikle blues rock besteleri olan bu topluluğun hafiften progressive rock yönü de vardır. “Paczka” adlı bu albüm Polonya müzikal tarihinde iyilerden birisi sayılıyor.
      Neo-progressive rock’ın İngiltere’den sonra Doğu Avrupa’ya yayılması pek uzun sürmedi. Genesis’in açtığı yolda Marillion, IQ ve Pendragon topluluklarının prog müziğe getirdikleri yepyeni açılımlardan yeni soundlar ortaya çıktı. Bu, Amerika’ya, İsviçre’ye Avrupa’nın her yerine sıçradı ve doğal olarak Polonya da bundan etkilendi. 1990’lı yıllarda kurulan Collage grubu Marillion soundunu bir potada eriterek içerisine çok farklı tonlarda gitar melodileri yerleştirdi ve o dönem bir anlamda Polonya soundunun oluşmasına yol açtı. Artık o ülkeden çıkan her neo-progressive rock topluluğu Collage’ın açtığı yoldan ilerleyecek ve öyle müzik yapacaktı. İlk albüm “Basnie”(Lehçe olarak çıkmıştır.) ile ne çok iyi ne de çok kötü denebilecek bir başarı yakaladı. John Lennon şarkılarından oluşan “Nine Songs Of John Lennon”dan sonra en iyi albümleri olan “Moonshine”ı çıkardılar. 1994 yılında çıkan bu albüm Polonya progressive rock tarihinde bir milat kabul edilir, çünkü bu çalışma her açıdan kusursuz, soundu ile yenilikçi bir yapıya sahiptir. Vokalist Robert Amirian’ın farklı aksanı ve duygusal sesi, Mirek Gil’in gitarlarda yarattığı o dahiyane sound ve klavyeci Krzysztof Palczewski’nin o Polonya’nın efsanevi kapalı havalarını, melankolisini yansıttığı hüzünlü tonları çok beğenildi. Albümdeki “In Your Eyes”, “Lovely Day” ve “Living In The Moonlight” şarkılarının arka arkaya oluşu çok uç atmosferler yaşattırıp duygusal bir haz veriyor. Grup bu albümden sonra iki çalışma yapar ve dağılır. Neo-Progressive sound “Moonshine” sayesinde yepyeni gruplar kazanacaktı. Hemen hemen aynı dönemlerde kurulan Abraxas’da Genesis ve YES tınılarını kendi anlayışlarıyla birleştirerek müzik yapan modern Polonyalı gruplara bir örnektir. Collage kadar etki bırakmamıştır ama ilk albümleri ve ardından gelen “Centurie” adlı çalışma gayet iyidir. 1990 ortalarında kurulan bir başka Polonyalı topluluk vardır ki bunlar pek başarılı olamamıştır. Ankh isimli bu grup King Crimson etkileri ve bazen progressive metal’e girebilecek besteleriyle dengesiz bir yapı sergilemiş, orta kalite sayılabilecek albümler üretmişlerdir. Collage ise yıllardan sonra tekrar toplanarak yeni vokalisti Karol Wrobleski ile yollarına devam ediyor konserler veriyorlar. Yeni albüm ise 2015 yılında gelecek.
COLLAGE 2014
            Marillion’un açtığı yoldan geçen bir başka topluluk da Quidam’dır. Quidam ilk dönem albümleriyle kısmen başarılı olmuş ama son dönemlerde oluşturdukları iki albümle birçok progressive rock dinleyicisinin aklını çelebilmiş bir gruptur. Senfonik etkili şarkılarını flüt, obua gibi enstrümanlarla zenginleştirmiş zaman zaman caza kaçan melodileriyle dikkat çekmiştir. “The Time Beneath The Sky” ile dinleyicilerini epey arttırmışlardır. “surREvival” arada kalan bir çalışma olmuş pek beğenilmemiş ama hemen arkasından gelen 2007 yılı “Alone Together” kaydıyla bütün dünyada başarı sağlamıştır. Bu albümün bir özelliği de soundu ile kusursuz olmasıdır. Her enstrüman incelikli bir şekilde kaydedilmiş ve miks yapılmıştır. “Depicting Colours Of Emotions”, “They Are There To Remind Us”, “Of Illusions” gibi kompleks besteler barındırmaktadır. Yer yer hissedilen caz dokusu, karmaşık davul partisyonları, David Gilmour vari sololar ve o tonlar, aniden giren flütler şaşırtıcı anlar yaşattırır dinleyiciye. Ne yazık ki Quidam’ın 2012 yılı son albümü “Saiko” ile pek bekleneni verememiş ve eski zamanlarını aratmıştır.

                Collage dağıldıktan yıllar sonra kurulan Satellite’da neo-progressive rock müziğin yeni gruplarındandır. Grup elemanları basçı dışında Collage’dan gelmektedir. Marillion’un yoğun etkileşimini taşır bunun yanında Collage soundundan da oldukça yararlanırlar. İlk albümü bir neo-prog klasiği olan “A Street Between Sunrise And Sunset”dir. Albümün kapak tasarımını Marillion’un albüm kapaklarını yaratan Mark Levinson yapmıştır. 13 dakikalık şaheser “The Evening Wind” ile açılan albüm arka arkaya gelen “On The Run” ve “Midnight Snow” ile devam eder. Bu üç eser arka arkaya dinlendiğinde insan bünyesinde huzurla karışık hüzün duygusu belirir. "On The Run"ın girişindeki o yumuşak klavyeler Marillion'dan çıkmış gibidir sanki. Bu albümde farklı olarak elektronik tınılar da yoğunlukla kullanılmıştır ve bu o kadar farklılaştırmıştır ki müziklerini, sanki kendi soundlarını oluşturmuş gibidirler. İşte bu noktada bu topluluğun özgün olduğunu söyleyebiliriz. “Evening Games” ve “Into The Night” gibi albümlerle soundlarını biraz daha geliştirmişler ve neo-progressive dünyasında ismi sayılır bir topluluk olmuşlardır. "Into The Night" içinde yer alan "Don't Walk Away In Silence" şarkısı bu grubun tipik şarkılarındandır. Sadece dinlemeniz yeterlidir. Düzenleme nasıl yapılır, gitar solo nasıl yerleştirilir, bir gitar solo nasıl etkileyici olabilir, grup bunun dersini açıkça orada verir. Grup en son “Nostalgia” albümü ile başarısını devam ettirir.“Nostalgia”nın içerisinde yer alan “Repaint The Sky” Satellite müziğinin kusursuz bir örneğidir.
            Polonya’nın belki de son zamanlarda en çok ünlenmiş grubu Riverside’dır. Pink Floyd, Anathema gibi gruplardan aldıklarını kendi soundlarına uyarlayıp öyle sunarlar dinleyiciye. Psikolojik bir üçleme yaratan topluluk bu konsept yapının ilk ayağı olan “Out Of Myself”de modern progressive rock’ın en iyi örneklerini sergilerler. Mirek Gil’in Collage’da yarattığı o gitar tonlarının bir benzerini grup bu albümde kullanır. 12 dakikalık “Same River” epik bir çalışma olmasının yanı sıra psychedelic gitar tınılarına da sahiptir ve en çok Pink Floyd’u anımsatır. Porcupine Tree soslu “I Believe” ve “Reality Dream” bölümleri bu albümün en nefis anlarındandır. “Second Life Syndrome”un çıkışıyla Riverside daha da çok tanınır ve Anathema benzeri “Conceiving You” ve “I Turned You Down” gibi çalışmalarla dikkati çeker. Progressive yapı biraz azaltılmış daha sade besteler vardır bu albümde. Konseptin üçüncü ayağı “Rapid Eye Movement” ile daha farklı sulara açılırlar ve bu sayede eleştiriler de beraberinde gelir. Grup son çıkardığı “Anno Domini High Definition” albümüyle daha sert progressive şarkılar yapmıştır ve bir önceki albümde aldıkları olumsuz eleştirileri düzeltmiştir. Riverside her albümle gelişen bir yapı izlemekte ve rock müzikte en çok bilinen Polonyalı grup sıfatını da taşımaktadır. 2011 yılında çıkan “Memories In My Head” EP’sinde ise topluluk bu sefer progressive rock müziğine biraz daha yaklaşmış ve “Living In The Past” şarkısıyla kendilerini aşmışlardır. Türkiye’de konser de veren Riverside elemanları alçakgönüllü davranışlarıyla kalpleri kazanmayı da bilmiştir. Şunu da belirtmeliyim ki Riverside hiçbir zaman ne Collage ne Satellite ne de Indukti kadar progresif olamamıştır. Ama son EP'leriyle bu kalıbı kıracak gücü kendilerinde görmüşlerdir.



                     Eski Collage gitaristi Mirek Gil’in Satellite’tan da ayrılması üzerine kurduğu grubun ismi ise Believe’dir. “Hope to See Another Day” ve “Yesterday is a Friend” gibi iki çalışmayla Collage ve Satellite gruplarının izinden gider gibi gözükmektedir. Mirek Gil’in gitar tonları neredeyse önceki iki grubunda oluşturduğu gibi aynıdır ama yenilikçi tavırlarıyla en çok Satellite’ı andırmaktadır. Mirek Gil ayrıca kendi solo çalışmalarını da dinleyiciye sunar. 98 yılındaki “Alone” ve takibindeki insan ruhuna nüfuz eden kusursuz çalışması “Light And Sound” ile müzisyenlik gösterisi sunmaktadır. 2012 yılında ise yepyeni solo çalışması “I Want You To Get Back Home”u dinleriz.
            İlk albümü S.U.S.A.R.’da Riverside’dan Mariusz Duda’yı konuk eden Indukti’de sıra dışı soundları olan dehşet bir Polonyalı grup. Deneysel takıldıkları su götürmez bir gerçek ancak daha da zor olanı enstrümantal eserleri yaratmak. Bu konuda usta olan Indukti ilk albümündeki bestelerle çok iyi bir çıkış yakaladı ve ikinci albümü “Idmen”de dehşet bir sentez örneği göstererek deneysel bir post metal albümüne imza attı. Bu albümde Macar Çingenelerinin kullandığı Cimbalom enstrümanını müziklerine adapte ederek “Idmen”i müzik dünyasına armağan etmişlerdir.
          Son dönemlerde yine çok bilinmeye başlayan gruplardan olan After…, “Endless Lunatic” adlı albümüyle Polonya gruplarını takip edenler tarafından dinlenmektedir. Lizard 90’ların ortasında müziğe başlayan Polonya gruplarının biraz dışına çıkan eklektik müzikleriyle ön planda olan çalışmalar yaratmıştır.
      Yine Marillion ve Satellite soundundaki Grendel adlı grup “The Helpless” albümüyle, Satellite’ın elektronik-deneysel tarzının yansıtıldığı Milennium adlı grubun “Exist” adlı albümü ise Polonya soundunun son dönem önemli yapıtlarındandır. Millenium ayrıca “Reincarnations” ve çok iyi eleştiriler alan “Puzzles” albümüyle dikkatleri üzerine çekti. Çok hüzünlü olmayan huzur veren müzikleriyle Millenium Polonyalıların en iyi gruplarından birisi ve kadrosu çok sağlam müzisyenlerden oluşuyor.


Bir diğer topluluk olan Signal To Noise ise elektronik ve etnik tatlarla bezeli albümler yayımlayan bu topluluk hem hint ve arap melodilerini birleştiriyor hem de Pink Floyd benzeri kompozisyonlar sergiliyorlar. Bu ülkenin çıkardığı en son topluluklardan birisi de Strawberry Fields’dır. Eski Collage ve şimdinin grubu Satellite’ın elemanlarından oluşan bu topluluk bayan vokalist Robin’in eşsiz sesiyle deneysel rock şarkıları söylüyor. The Gathering’in başka bir benzeri de sayılmaktalar.  Strawberry Fields ve Satellite elemanlarından oluşan diğer bir toplulukta Travellers. Mostly Autumn, Karnataka ve The Gathering’in “Home” albümündeki soundu anımsatan şarkılarıyla 2011 yılında çıkan “A Journey Into The Sun Within” gerçekten de iyi albümlere örnek teşkil etmekte. Neo-progressive rock’ta diğer Polonyalı topluluklar ise Albion, Loonypark, Moonrise, Nemezis ve Gall’dir. Bu grupların ortak noktası ise içindeki bir müzisyenin Millenium’un vokalisti Lukasz Gall olmasıdır. Lukasz Gall ise Polonya progressive rock müziğinde en ön planda yer alan vokalistlerden birisidir.

Polonya grupları gittikçe gelişiyor ve çoğalıyorlar. Progressive rock’ta ilerde söz sahibi olacak öyle toplulukları var ki bunları da zaman geçtikçe göreceğiz. Polonya progressive müzikte korkunç bir şekilde ilerliyor son zamanlarda.


                         POLONYA’NIN AKLA GETİRDİKLERİ

1 – SBB – Pamięć (1975) : SBB’nin ve Polonya’nın gururu.

2 – COLLAGE – Moonshine (1994) : Şarkı sözlerinde doğa tasvirinin en açık göstergesini sunan ulaşılamamış, bırakılmış, terk edilmiş hayatları birbiri ardına sıralayan acı dolu bir kayıt.

3 – RIVERSIDE – Out of Myself (2003) : Psikolojik bir üçlemenin başlangıcı. Pink Floyd, Anathema, Porcupine Tree’ye bir selam.

4 – SATELLITE – A Street Between Sunrise And Sunset (2003) : “The Evening Wind” ve “On The Run” ile neo-progressive rock tarihinin en özgün grubu. Boşuna aramayın onlar gibi müzik yapan başka bir topluluk yok. Benzersiz.

5 – QUIDAM – Alone Together (2007) : Çok temiz bir kayıt ile süslenmiş dahiyane düzenlemeler ve inanılmaz bütünlüklü bir eser.

6 – ABRAXAS - Abraxas ... Cykl Obraca Się. (1996) : Polonya neo-progressive rock müziğinin görünmez kahramanları. Biraz daha duyulsalardı Collage gibi olabilirlerdi ama bu muhteşem bir kayıt.

7 – SBB – Nowy Horyzont (1975) : Tecrübeli olmanın avantajlarını çok iyi kullanan bir topluluğun en iyi ikinci albümü. SBB olmasaydı Polonya bu kadar ayaklarını yere basamazdı.

8 -  BELIEVE – Hope to See Another Day (2006) : Mirek Gil’in en farklı projelerinden birisi. Alternatif soslu progresif eserler ve kayıtsız kalınmaz harikulade besteler.

9 – AFTER… – Endless Lunatic (2005) : Çok fazla etkileşim içinde kalan bu topluluğun ilk albümü. Şarkılar olağanüstü ve bir ilk albüm için muhteşem bir kayıt.

10 – MILLENIUM – Puzzles (2011) : Adem ile Havva konsepti ile Millenium başyapıt mertebesindeki bu albümüyle kusursuz bir müzikaliteye imza atıyor.

11 – INDUKTI – S.U.S.A.R. (2005) : Polonya’nın bu uçuk ve karamsar çocukları King Crimson etkileriyle var olan bu albümünde hem bir ilk albüm olma heyecanını taşıyor hem de bir başyapıta imza atıyorlar.

12 – RIVERSIDE – Memories In My Head EP (2011) : İlk albümdeki “Same River” adlı eserden sonra progressive rock’a bu EP’lerinde devam ediyorlar. Birbirinden muhteşem üç şarkı ve karanlık kasvetli ortamlar.

13 – SATELLITE – Evening Games (2004) : Çocuk sesleriyle başlayan bu nadide albüm bir çocuğun kalbi kadar saf ve tertemiz devam ediyor. Şarkılarıyla dürüst, yalın, benzersiz olabilen kaç grup var ki son dönemlerden. İşte Satellite. Polonya’nın özgün yüzü.

14 – NEMEZIS – Nemezis (2008) : Tek albümle kendi ülkesinde efsane olabilmiş muhteşem bir topluluk ve albüm.

15 – ALBION – Survival Games (1994) : Collage ile aynı zamanlara denk gelen bu çalışmayı Polonya’nın neo-progressive’de yetişme dönemlerinin başlangıcı olarak görmek mümkün. Kusursuz.

16 – GALL – Anonym (2010) : Millenium vokalisti Lukasz Gall’ın enfes projesi.

17 – GRENDEL – Helpless (2008) : Adı sanı çok fazla duylmayan bir duygu projesi.

18 – MINDFIELDS – Mindfields (2008) : Çoğunluğu enstrümantal olan grup etkileyici melodiler yaratmayı iyi biliyor. Ama bir şartla. Üstünüze karamsarlık yağdırarak.

19 – TRAVELLERS - A Journey Into The Sun Within (2011) : Karnataka taraflarından enfes bir eklektik albüm.

20 – MOONRISE – Soul’s Inner Pendulum (2009) : Tertemiz bir sound ile geçiştirilmiş muhteşem besteler ve çok nadir rastlanan bütünlük. Polonya’nın görünmeyen yüzü.

21 – SATELLITE – Nostalgia (2009) : Repaint the Sky! Başka söze gerek yok. Satellite!

22 – MR. GIL - Light And Sound (2011) : Duygusallığın sınırlarını zorlayan Mirek Gil’den beklenmeyecek derecede farklılıklar içeren heyecan dozu yüksek muhteşem bir eser.

23 - MILLENIUM – Reincarnations (2002) : Millenium’dan kavramsal bir başyapıt! Bunu dinlemeden Millenium hakkında fikir yürütmeyin.

24 – QUIDAM – Quidam (1996) : Quidam’ın “Alone Together”den sonraki en iyi işi. Farklılar.

25 – STRAWBERRY FIELDS – Rivers Gone Dry (2009) : Pop melodilerini deneysel rock müziğe bulayan cesur bir kayıt. Müzisyenler ise çok tanıdık.


* Bu albümler kesinlikle “en iyi” kategorisi değildir sadece Polonya denilince bilinmesi gereken, dışarıya ilk elden etki etmiş 25 tane birbirinden muhteşem müzikaliteyi sunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder