6 Aralık 2012 Perşembe

Progressive Rock - 8 (Gruplar G-K)

GRYPHON

    Progressive folk denilince akla hemen İngiltere gelmelidir. Pentangle, Renaissance gibi kült grupların yanında adı sanı pek onlar kadar duyulmamış Lindisfarne ile Gryphon’un ismini mutlaka zikretmeliyiz. Bert Jansch’ın müthiş derecede etkisinde kalan bu tarz, İngiliz folk müziği, kelt melodileri ve nadiren de olsa senfonik yapıyı beraberinde taşır. Gryphon’un müziği de aynen böyledir, bir ucunda akustik gitarların gerisinde kalan derin senfonik öğeler, bir ucunda Gentle Giant gibi üst bir topluluğu andırıyor. Belirtmemiz gereken diğer bir önemli nokta da Gentle Giant’ın yanında Jethro Tull etkilerinin bulunmasıdır ki bu da grubun bestelerindeki enstrümantal pasajlarda oldukça belli oluyor. 1974 yılı “Midnight Mushrooms” ile sonraki albüm “Red Queen to Gryphon Tree” bu topluluğun en iyi çalışmaları olarak gözüküyor fakat grubun müzik yaptığı sıralarda pek tutulmaması ve hep geri planda kalışı da bir açıdan üzücü. 1970’lerin sonuna doğru grup dağılmış ve kendilerinden bir daha da haber alınamamıştır. Aynı şekilde onlarla aynı kaderi paylaşan Lindisfarne ise 2000’lerin ortalarına kadar müziğe devam etmiş hatta birçok konser de vermişlerdir.


GONG

Canterbury progressive rock’ın köşe taşlarından birisi olan efsane topluluktur. Bir Pink Floyd bir Van der Graaf Generator ya da King Crimson hakkında yazı yazmak onların müziğinden bahsetmek ne kadar zorsa Gong içinde aynı durum geçerlidir. Çok uluslu bir grup olan Gong genelde Avustralya, İngiltere ve Fransalı müzisyenlerden oluşmuştur. Müziklerini açıklamak her ne kadar zor olsa da klasik Canterbury Soundunun daha gelişmiş daha özgür hali de diyebiliriz. Daha fazla deneysel caz, daha fazla psychedelic öğeler, space rock’a kaçan o elektronik tınılar, kozmik müziğe de bulaşabilen o sıra dışı melodiler Gong’un müziğinin iskeletini oluşturuyor. Aslında bu kelimeler bile onların müziğini anlatmakta yetersiz kalıyor, çünkü onları anlayabilmek için dinlemek bile yetmeyebiliyor, bazen bir albümünü tam detaylı olarak çözmek için bile aylar harcayabiliyorsunuz. Fazlasıyla katman melodiler içeren müzikleri, zor dinlenebilen yapısı sebebiyle içine zor girebileceğiniz bir müzik vaat ediyor size Gong. Avustralyalı gitarist Daevid Allen (The Soft Machine’in kurucuları arasındadır.) öncülüğünde kurulan grupta usta müzisyen Steve Hillage’de (“Radio Gnome Invisible” üçlemesinde gruba girmiş ve topluluğun müziğini tavana çıkarmıştır.) grubun bazı albümlerinde bulunmuştur. Şu albüm iyi bu vasat şeklinde tarif edemeyeceğimiz bu grubun sadece “Camembert Electrique” ve 73 – 74 yıllarında çıkan “Radio Gnome Invisible” (bir uzay hikâyesi anlatırlar) adlı üçleme albümleri şimdilik aklınızda bulunsun. Ama burada bu topluluk için bir parantez açılmalıdır ki bu da Gong müziğinin dönem dönem farklılık taşımasıdır. Özellikle Daevid Allen’ın “Radio Gnome Invisible” serisini tamamlamasından sonra ayrılışı grubu çok etkilemiş müzikal anlamda farklılık yaratmıştır. Grup progressive rock dünyasında en çok Magma ve Frank Zappa benzerliği ile öne çıkmıştır. Eğer progressive rock ile bir şekilde haşır neşir oluyorsanız dinlemenizin gerekli olduğu en önemli topluluklardan birisidir Gong. Bilmezseniz olmaz.


 GURU GURU

 Almanya'nın bu tarz müzikteki olayları biraz farklı, daha derinlere dayanıyor ve bu bağlamda her şeyi İngiltere'de varolan progressive gruplardan da farklı yaşamışlardır. 1960'ların sonunda yeşermeye başlamış birçok müzik topluluğunu etkilemiş o dönemin öğrenci hareketlerini de kapsayan politik karmaşa sonucunda birçok müzik grubu komünal olarak yaşamayı seçiyordu. Bu karmaşa üzerine birçok topluluk da o dönemde kurulmuştur.  Guru Guru'da buna çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Amon Düül - II ve Can gibi deneysel rock gruplarının ötesinde bu topluluğun LSD etkisi ile acid rock sularına dalması, bununla da yetinmeyip özgürce yorumlanan çok farklı caz öğelerini buluşu da Guru Guru'yu çok farklı algılamamıza neden oluyor. İsmiyle ayrıksılık, duruşu ile farklılık yaratabilen ender gruplardan birisidir. Bu grup fazla klavye kullanmaz, sadece özel efekt yaratır. 70 yılı albümü "UFO" ve sonrasında gelen "Hinten" ve grubun en ünlü çalışması sayılan "Känguru" da yer alan "Oxymoron", Immer Lustig" gibi çalışmalar da bu grubun ne kadar da yetkin-sıra dışı bir müzik yaptığının altını çiziyor.


HARMONIUM

Kanada Quebec çıkışlı enfes bir senfonik rock grubu. 1970’lerin ilk yıllarında başlayan müzik yaşamlarına Harmonium adı altında sadece üç albüm sığdıran grup birbirinden güzel bu çalışmalarla senfonik rock’ın en iyilerinden olamasa bile kaliteli işler yapan bir grup olduklarını hissettiriyor. Müziklerindeki yoğun olmayan senfonik dokusunun üstüne folk ve caz formları ekleyip birbirinden farklı enstrümanlarla birçok sesli müzik yaratmayı amaçlamışlar. Peki, bu başarılı olmuş mu? Evet, kesinlikle bu kimya tutmuş ve deyim yerindeyse müzik yağ gibi gidiyor. 1974’de aynı adla çıkan albümlerinde yoğun bir folk etkisi mevcut. Başarılı sayılabilecek besteler sonucunda albümü defalarca bıkmadan dinleyebiliyorsunuz. İkinci albüm ise ilkinden daha da başarılı gözüküyor. “Si On Avait Besoin D'Une Cinquième Saison” adındaki bu çalışmada biraz önce bahsettiğim çok sesli bir müzikle karşı karşıya kalıyorsunuz. Senfonik melodilerden sonra hemen caz melodileri giriyor ve hemen ardından bir folk şarkı ile sizi şaşırtabiliyorlar. Şarkıların dili ise Fransızca ve bu müziğe öylesine güzel gitmiş ki, müziğin romantikleşen taraflarında özellikle atmosfere tam anlamıyla oturmuş. Üçüncü albüm “L’Heptade” ile önceki albüme benzer bir yapıyı kullanan topluluk bu çalışmadan sonra ortalıklardan kayboldu. Kanada’nın bu kaliteli grubu müziğe devam etmemiş ama birbirinden güzel üç albüm bırakmış müzik dünyasına.


 IBLISS

Müziklerinde etnik tatlar barındıran çok farklı bir Alman grubudur Ibliss. Embryo’nun kullandığı etnik melodilerin üzerine Kraftwerk gibi bir grubun deneysel yanlarını alın üzerine de grupta yer alan Basil Hammoudi’nin (Kraftwerk’te de yer almıştır.) dahiyane perküsyon vuruşlarını ekleyin işte size Ibliss müziği hazır. Perküsyon ve üflemeli ağırlıklı bir müzik sergileyen bu topluluk zaman zaman Latin caz melodilerine de geçiş yapıyor ve olayı saksafonla noktalıyorlar. Gitarların olaya dâhil edilmesiyle beraber bu sözünü ettiğim müzikal yapı özellikleri tek bir çıkış yolunda birleşiyor o da fusion caz rock. Müzik bazen sadece etnik tonlarda giderken diğer tarafta yavaştan gitarların eklenişi işi farklı bir boyuta sokuyor. Grup bu tavrıyla bazı kaynaklarda krautrock olarak geçmektedir ama bu müziğe böyle bir sınırlandırma getirilmesi ne kadar doğru orası tartışılır. Yine Basil Hammoudi’nin vokal performanslarıyla süslenen şarkılarıyla bu grup sadece tek albüm yapıp dağılmıştır. “Supernova” adıyla 72 yılında kaydedilen bu albüm deneysel müziğin farklı taraflarını yansıtmaktaki başarısını ustaca üzerinde taşıyor.


IHRE KINDER

Protest bir kimliğe sahip olup müzik yapmak 60’ların sonu ve 70’ler Almanya’sında pek revaçtaydı. Haklı olarak yaşadıkları ve üzerinden geçtikleri sosyal problemler ile boğuşuyorlardı. Bunları açıklamak ise kendilerine ve müziğe düşüyor ancak bu yolla kendilerini anlatabiliyorlardı. Ihre Kinder elemanları ise bu yaşanılan problemler arasında en duyarlı kişiliklere sahip olan müzisyenlerdi. Almanca olan şarkıları farklı bir folk kimliğinden besleniyordu. 60’ların sonunda Bob Dylan’ın ilk dönemleri sırasında bir protest folk dönemi yaşanmış ve grup bundan oldukça etkilenmişti. Folk yanında caz ve elektronik öğeleri de müziklerinde kullandılar ve ortaya çok özgün bir krautrock soundu çıktı. 69 yılındaki  kendileriyle aynı adı taşıyan ilk albümle başlayan kariyerleri 70 yılındaki “Leere Hände” devam etti. Bu albümde bazı şarkılar ingilizcedir. Kapağında bir kot kumaşının resmini kullandıkları “2375 004” albümü ise grubun en eleştirel albümü sayılmaktadır. Sonrasında ise folk etkilerinin fazlaca kullanıldığı “Werdohl” albümüyle yine olumlu eleştiriler almıştır. Özellikle piyano, flüt ve akustik gitarın tınıları muhteşem kullanılmıştır ve bunlar çalarken en gerilerden bir org eşlik eder ki o kusursuz sound ile birlikte çok büyük hazlar yaşatabilir. 70’lerin başlarında ise grup ortalıktan kaybolur.


IT’S A BEAUTIFUL DAY

It’s A Beautiful Day, Grateful Dead’in(saygı!) ortaya çıktığı San Francisco şehrinin gözbebeklerinden birisiydi. Bu sebeple Rock, caz ve folk gibi türlerin psychedelic yapıyla buluşması kaçınılmazdı. Ne tam anlamıyla progressive bir grup olabildiler ne de şeytanın bacağını kırabildiler ve belki de en şanssız gruplardan biri oldular. Şanssızlığının sebebi ise ilk albümünün yayımlanmasından sonra Deep Purple’ın “Child In Time” şarkısında It’s a Beautiful Day’in “Bombay Calling” şarkısından bariz bir şekilde alıntı yapmaları ve bunu da tamamiyle kendi besteleriymiş gibi göstermeleriydi. Deep Purple bu konuda hiçbir şey söylemedi ve bu olay öylece kaldı. Yıllar sonra “In Rock”ın özel basımı çıktığında bile maalesef bu konuda bir cevap verilmemişti. Deep Purple sadece “esinlendik” gibi bir açıklama yapmıştı ama bu yeterli miydi sizce? Viyolinist David LaFlamme’nin kurduğu bu topluluğun 1960 sonları ve 1970’lerde ürettiği her albüm çok iyidir. 1973 yılında kayıplara karışan bu grup 2003 yılında David LaFlamme Band adı altında grubun eski şarkılarını bir daha yorumlamıştır ama ne yazık ki belli bir kaliteden yoksundur.


 JANE
Almanya denilince orada ortaya çıkmış birçok grubu çoğu zaman Eloy ile ilişkilendirebiliyoruz. Jane ise bazı majör Alman gruplara nazaran ismi biraz daha duyulan rock müzik tarihinde ismi çokça geçen gruplardan birisi ama basitçe sıralama yapıldığında unutulduğu da oluyor. Müziklerinde yer yer krautrock etkisiyle birlikte hard rock’ı anımsatan öğeleri de kullanırlar. Baskın bir bas soundu, sürükleyici klavye partisyonları, dinamik davul vuruşları güçlü Jane müziğinin karakteristik yapısını oluşturur. Bu özellikleri ile en çok Eloy’a benzerler. Pink Floyd’dan ise bestelerde yer alan bütünlük hissini alırlar. Bu sebeple progressive rock tarihinde eşi ve benzeri olmayan bir sentez yaratmışlardır. Jane denilince akla hemen “Together” ve “Here We Are” gibi albümler gelmektedir. Senfonik yapıyı kucaklayan “Lady” albümü ve 1974 yılı “III” albümüyle de aynı başarısını sürdüren grup Wolfgang Krantz ve Klaus Hess’in emsalsiz gitar tınılarıyla birlikte klasik soundunu yaratır. “Fire,Water, Earth and Air”(çok önemli bir konsept albümdür ve hayatın 4 evresini anlatır.), “Age Of Madness”, “Sign No.9” gibi albümlerle de 1970’li yılları kazasız belasız atlatırlar. 76 yılı konser albümünün ise ayrıca irdelenmesi gerekir. Çünkü olağanüstü bir performans sergilemişlerdir. 77 yılı “Between Heaven and Hell” albümün girişi ise Pink Floyd soundunu oldukça andırmaktadır. 80’li yıllar her ne hikmetse her grup için baş belası olur, aynı durum Jane’in de başına gelir ve başarısız albümler birbiri ardına sıralanır. 2000’li yıllarda biraz daha toparlanır gözükseler de eski albümlerin yanına bile yaklaşamazlar.


KAPUTTER HAMSTER

Almanya krautrock konusunda birinciliği kimseye kaptırmaz, çünkü o topraklarda doğmuş ve gelişmiştir. Bu sebeple türün en büyük gruplarından farklı olarak kurulmuş onlardan etki almış ve zaman içerisinde tek albüm çıkardıktan sonra dağılıp gitmiş isimler de oldukça fazladır. Kaputter Hamster’in de böyle bir özelliği var. 74 yılında kendi adıyla çıkardıkları ilk ve tek albümde Pink Floyd’un ilk dönem sounduna yaklaşan, Guru Guru ve dönemin diğer ayrıksı topluluklarından etkileşim alan bir isimdir Kaputter Hamster. Çok fazla karanlık ve uçuk müzikler sergilemezler hatta tür içerisinde “yumuşak” tarza sahip olan birkaç gruptan da birisidir. Grubun üç gitaristi mevcut ama bu, çok karmaşık bir müzik yaratmaktan ziyade fon müziği diye tabir edilen o yapıyı hissettirmekten başka bir işe yaramıyor. Gitar melodilerini birbirinden farklı olarak çok rahatlıkla duyabiliyorsunuz. Klavye veya diğer tuşlu çalgılar olmadığı için sound biraz da kuru hissediliyor ve bestelerde duyulan boşluk hissini de çok rahat hissedebiliyorsunuz. Bu grubun orijinal cd’sine ulaşmak artık çok zor, zamanında sınırlı kopya ile dağıtılan bu grubun tek albümüne ulaşabilirseniz yaptığınız arşiv değerli bir isim de kazanabilir.


KARTHAGO

Berlin-Almanya çıkışlı Karthago, o dönemin krautrock ve space rock furyasından sıyrılarak kendisine çok pozitif bir müzik seçmişti. Rock tarihinin en iyi vokalistlerinden birisi sayılan Joey Albrecht’in (grubun ayrıca gitaristidir) kendine özgü gırtlak nağmeleriyle sergilediği Karthago şarkıları bir parça blues, bir parça Latin rock ve funk etkileşimi taşımaktaydı. Almanya’da o dönem çok başarılı konserler verdiler ve bir sürü derginin kapaklarını süsleyerek adlarından söz ettirdiler. Kraan’da yer alan klavyeci Ingo Bischof’unda kadrosunda bulunduğu Karthago ilk iki albümüyle bariz bir şekilde başarılı oldu. 74 yılı albümü “Rock and Roll Testament” ise bu başarılarının geçici olmadığını kanıtlıyordu. Şiirsel soul tarzı vokallerin bulunduğu bu albüm kendilerini başarıya ulaştıran son albüm de sayılmaktaydı. Grup o dönemlerde iki konser albümü daha çıkararak kayıplara karıştı ama son birkaç yılın haberlerine göz gezdirdiğimizde grubun tekrar toparlandığını hatta konserlere çıktığını görüyoruz.


KHAN

İngiltere’den çıkmış bir Canterbury Rock grubu. National Health ve Gong etkilerini üzerinde taşıyan bu topluluk doğal olarak Canterbury soundun içerisinde yer alan caz öğelerini deneysel bir şekilde kullanıyor. Khan’ın yalnız çok önemli bir özelliği var ki o da Gong’da yer alan Steve Hillage gibi usta bir müzisyeni barındırması. Bunun yanında Dave Stewart gibi bir klavye ustasını bünyesinde bulundurması da artı bir nokta olmuş. Steve Hillage’in melodik gitarlarının üzerine o tatlı hammond tonlarının birleştirilmesi nefis bir sound ortaya çıkarmış. Zaten grubun da tek albümü mevcuttur. 72 yılı “Space Shanty” albümünde o kadar güzel anlar yakalanmış ki, mesela “Driving To Amsterdam”i ele alalım. Ritmik kompleks davullar üzerine gerçekleştirilen deneysel gitar melodileri ve o hafif org melodileri sonucunda aniden değişen caz yapısı müthiş. Steve Hillage’in patron kesildiği bir albüm bu ve kesinlikle dinlenmeli.


KIN PING MEH

Birth Control’un gölgesinde kalmış Alman bir rock topluluğudur. Deep Purple’ın ilk dönemleri ve Uriah Heep’in başlangıç yıllarını anımsatan müziğiyle Kin Ping Meh başarıyı pek görememiş hep arada kalmış müziğiyle ilgi görememiştir. Progressive rock’a göre oldukça sert kaçan blues yapılı besteleri sayesinde ilk albümü başarılı sayılmış acılı blues çığlıkları yanında hammond org’un tarif edilemez güzellikteki o tonları da grubun müziğiyle iyi örtüşmüştür. “No.2” ve “Kin Ping Meh 3”de ilk albümün arkasından gelen iyi eserlerden ikisidir. Pek fazla özellik barındırmamıştır ama dönemin o sarhoş edici soundunu yakalamak ve dinlemek için çok iyi bir alternatif sayılabilir, çünkü bu grubun soundu bir muhteşem!


KLAUS SCHULZE

Bir üstat! Elektronik trance müziğin bugünlere gelmesine çok büyük bir payı olan yüce şahsiyetli bir o kadar da alçakgönüllü dahi bir müzisyen. Grup olarak Tangerine Dream ile başlayan kariyeri Ash Ra Tempel ve The Cosmic Jokers ile tamamlanmıştır fakat 1970’lerden beri süregelen solo kariyeri sayesinde olağanüstü derecede kaliteli albümler yapmış üstün bir müzisyendir. Tangerine Dream’in artık klasikleşmiş ilk albümü “Electronic Meditation”da davul ve perküsyon çalmıştır ama kendisinin asıl alanı moog synthesizer’dır. Arkadaşı olan diğer müzik dehası Edgar Froese ile yıllarca elektronik müziğin gelişimine katkıda bulunmuş, devamlı yeni seslerle ilgilenmiş ve konsept yapıda çalışmalarda bulunmuştur. Bu etki sadece elektronik müzik için sınırlı kalmamış, new age müziğine de etkisi büyük olmuştur. Zaman içerisinde kendisini yeni akımlara dahil etmiş caz yanında trance müzikle de haşır neşir olmuştur. Solo albümlerine bakıldığında 72 yılı “Irrlicht”, 73 yılı “Cyborg” ve 76 yılı “Moondawn” albümleri kendisinin üst noktaları sayılmakla birlikte bu albümlerde oluşturduğu kavramsal anlamlarla da hemen hemen aynı tarzlarda müzik yapan Pete Namlook gibi müzikle düşündürmektedir. Kendisi son zamanlarda Dead Can Dance’in Lisa Gerrard’ıyla birlikte solo albüm yapmış ve konserler vermektedir. Kendisi Kitaro’yu da çok etkilemiştir fakat onun kadar tanınmamaktadır. 2013 yılında ise Shadowlands adında yeni uzunçalarını hazırlayan bu usta dinlemek istiyorsanız, elektronik müzik bir şekilde ilginizi çekiyorsa gideceğiniz ilk adreslerden birisi kendisi olmalıdır.


KRAAN

Almanya'da şöyle krautrock gruplarından sıyrılıp funky ritimli caz rock sularına doğru yelken alıyoruz. Kraan derseniz bazı dinleyiciler asker selamı bile verebilirler, o derece dinleyicileriyle güçlü bir bağı olan topluluktur. Etnik tatları psychedelic anlayışla önümüze süren bu kaliteli topluluğun 1970'lerde oluşturduğu her albüm önem taşır. Öncelikle 1972 yılı "Wintrup"daki Zappaesk deneysel takılmaları çok hoş olmakla birlikte düşsel bir atmosferle yaratılan bu müziklerin Kraan'ın ürettiği her albüme yayılması da takdir edilecek bir durumdur. Sadece 1970'ler değil 2000'lerde de eski anlayışla albüm üretmeleri, bu grubun ne kadar da önemli olduğunu gözler önüne seriyor. 70’li yılların ilk yarısında bu grubun bazı eserleri funk etkilidir. 72 yılı aynı adlı ilk albümü, 74 yılı "Andy Nogger"(tuşlu ritimler çok baskındır bu albümde) ve "Let It Out"un dışında 2003 yılı "Through"daki  Happy The Man'in (Amerikalı topluluk) "The Muse Awakens" albümünü hatırlatan beste yapıları dışında 2007 yılında piyasaya sürülen "Psychedelic Man" albümünde hissettiğiniz eski kayıt teknolojisi ile yapılmış hissi veren, o yıllara meydan okuyan o dehşet soundunu da bizden esirgememişler ve önlerinde şapkamızı çıkarmakta farz olmuştur. 2010 yılında da Kraan “Diamonds” albümüyle sevenlerinin karşısına çıkar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder