9 Kasım 2012 Cuma

Paradise Lost - Host

PARADISE LOST
HOST
EMI


        İngilizlerin ünlü Q dergisini bilenler bilir, orada yazan yazarları çok açık ve geniş bir düşünce tarzıyla yazdıkları için bir dönem kıskanırdım. Bizim müzik medyası ile aralarında çok fark olduğu apaçıktı. Her açıdan, düşünce tarzından tutun da yazın sanatının farklılıklarını uygulamaya kadar her şey öylesine insana apaçık görünüyordu ki… Artık yayın hayatına son vermiş dergilerimizden birisinde çok küçük bir köşe yazısı dikkatimi çekmişti ve orada bu albüm için bayağı kötü sözler okumuştum. Evet, dedim ya düşünce tarzımız, dinleme algımız ve bunu yorumlayış biçimimiz o kadar basit ki…

        Tabii her şey bu kadar da basit değil aslında. Siz bir albümü elinize alıp dinleme yetisinin tüm gereklerini yerine getiriyorsunuz ve geçmişle gelecek arasında yanlış bir bağlantı kurup bunu yanlış aktarabiliyorsunuz insanlara. Bu o kadar da talihsiz bir yazıydı ki üstüne günlerce düşünmüştüm. Değişimi yargılamak eğer yapıcı ise bu karşı tarafta iyi duygular uyandırıyor, bu gerçek. Öbür taraftan yıkıcı oluyorsanız da bunun zararlarını tarih zaten zamanla dersini veriyor. Paradise Lost her dönem devrimi içerisinde yaşamış ve yaşatmış bir müzik topluluğu, safkan İngiliz olmaları dolayısıyla her daim ciddiyetlerini elden bırakmamış ve soylu bir şekilde yaşamaya devam eden sofistike bir gruptur.

             Doom metal ve gotik metal ile içli dışlı olan dinleyiciler bilirler ki Paradise Lost onlar için altın kadar değerlidir. Bir türün neredeyse başlangıcını yapmak ve arkasından gelen bir sürü müzik topluluğunu etkileyebilmek kolay değil. “Lost Paradise”, “Gothic”, “Icon” ve orada en kenarda köşede duran ve bir karamsarlık, yalnızlık abidesi olan “Draconian Times” gibi nitelikli eserleri yaratmak Nick Holmes’un ve dolayısıyla tayfası Paradise Lost’un eseriydi. Nick Holmes depresif, hisli birisi ve olaylar hakkında, dünyada gelişen olumsuzluklar üzerine doktora yapabilecek ve bunlar hakkında derinlemesine kitaplar yazabilecek derecede iyi bir söz yazarıdır. Kendisine asla sınır koymayan ve peşinden grubunu da sürükleyen inanılmaz bir grup lideridir de aynı zamanda. 1990’lı yılların sonuna gelirken “One Second”ın kayıtlarında grup içerisinde müzikal olarak devrim yaşandı ve şimdi bile üzerine çokça konuşulabilen tarifsiz bir durum yarattılar. “One Second” ile ulaşılan farklılık grubu bambaşka bir tarafa sürükledi. O albümde kullanılan bütün tonlar bugün neredeyse taklit edilir hale geldi. Synth destekli gothic müziğin en önemli örnekleriydi onlar. Nick Holmes bununla da yetinmedi insanların ağızlarını açıkta bırakacak bir şeyler daha denemeye karar verdi: Dark Synthpop!

        Synthesizer destekli gotik rock müziğinin en önemli örneklerinden birisi olan “One Second”dan sonra bir büyük firma olan EMI’a geçerek ilk önce kendilerini, sonra da dinleyicilerini şaşırttılar. Bu, grup için yine bir devrimdi. “Host”, içerisinde neredeyse gitarların pek duyulmadığı, synthesizer ile yapılmış, pop ve rock müziklerden esintilerle meydana getirilmiş derin, hisli ve kusursuz bir albümdü. Tabii eleştiriler de beraberinde geldi. Synthpop, içeriğini new wave, post-punk ve elektronik müziklerden alan detaylı bir müzik türüdür. Drum machine adı verilen programlı bilgisayar sistemi ile desteklenen olayları da beraberinde taşır. Paradise Lost, “Host” albümünde hiçbir zaman eğreti durmayan, aksine ilk defa denedikleri bir müzik tarzında pek anlaşılmamış başarılar elde etmiş, Depeche Mode, Simple Minds, Pet Shop Boys gibi türün en önemli isimlerinden aldığı etkileşimlerle müzik yapmıştır.

        “One Second” ile olumsuz eleştirilere de uğrayan topluluk bu albümle bazı yayın organları tarafından talihsizce yerden yere vuruldu. Oysa beste açısından bakılacak olduğunda bu o kadar da doğru bir şey değil. İnsanlar sadece oluşturdukları tonlar ve melodiler açısından baktılar ve bir Depeche Mode taklidi yakıştırmasını kullandılar. Tabii bu durumda beste konusu ikinci plana atıldı ve albüm bir anda yerlerde gezindi. O dönemde hatırlanacağı üzere Katatonia, The Cure’un karamsar tarafının yoğun etkisindeki “Discouraged Ones”ı, Moonspell ise bir gotik rock klasiği “Sin/Pecado”yu çıkararak değişimin yalnızca Paradise Lost’ta olmadığını gösterdiler.

          Nick Holmes bu albümde yaşadığı psikolojik çöküntüleri, din üzerine düşündüğü olumsuz yaklaşımları anlatıyor ve hayat üzerine düşüncelerini anlatıyor. Depresif sözler, umutsuz ve artık çıkış yolu bulunamayacağını gri sözlerle açıklıyor. Müzik, tonlamalar açısından bakıldığında üstad Greg Mackintosh’un kullandığı karanlık synthesizer’lar ve gerilerden gelen gitar tınıları ve pop müziğin en derin melodileri bu albümde kullanılmış. Depeche Mode’un 1997’de çıkan “Ultra” albümünden baya etkilenmiş Nick Holmes. Hatta albümün en synth destekli pop şarkılarından olan Ordinary Days’de Depeche Mode’un It’s No Good tonajlamaları gayet net hissediliyor. Derin huzursuzluk ihtiva eden In All Honesty, karamsarlığın sınırlarında gezintiye çıkmış olan hüzün bombardımanı It’s Too Late, Nick Holmes’un sesinde anlam bulan şarkılardan iki tanesi. Albümde ilerlediğinizde kusursuzluk daha da dikkati çekiyor ve Behind The Grey, Wreck ve olağanüstü güzel bir şarkı olan Made The Same sizi çember arasına almakta gecikmiyor. Albüme aynı adı taşıyan Host adlı şarkıda kullanılan yaylı destekli melodiler, Year Of Summer’ın girişindeki o synth’ler çok zekice koyulmuş.

          Bu albüm, yazının başlangıcında belirttiğimiz gibi haksızca eleştiriye uğramıştır. Evet, bir anlamda Depeche Mode gibidir ama aslında beste bazında bakıldığında kusursuz olduğu dikkati çekecektir. Çünkü Behind The Grey, Made The Same, Year Of Summer hatta hatta In All Honesty gibi çalışmaları başka bir yerde dinleyemezsiniz, bunları size başka gruplar da yorumlamaz.

           Bu albümü dinlemek isterseniz mutlaka Japon baskısını bulmanızı öneririm. Çünkü So Much is Lost ve Languish gibi şarkıların çok değişik miksleri var ve elektronik müzik ile ilgilenen arkadaşların bayağı ilgisini çekecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder