8 Kasım 2012 Perşembe

Opeth - Ghost Reveries

OPETH
Ghost Reveries
Roadrunner


           Akerfeldt, Lindgren, Lopez, Mendez ve Wiberg… Kelimelere nereden başlayacağınızı bilememek gibi bir sorunla karşılaştığınız zaman düşünmemek ve yazıya damdan düşer gibi giriş yapmak en iyisi bence. Açıkçası Opeth gibi bir grubun albümünü tanıtabilmek için çok fazla düşünmemek gerek ve insanın biraz kelimelerle doğaçlama yapması hikaye anlatır gibi anlatması iyi olur gibime geliyor. İnsan bu grubun herhangi bir albümü hakkında ne yorum yaparsa yapsın ister istemez mutlaka içine biraz kişisellik katıyor. Bu da bu grubu çok sevmesinden kaynaklanıyor.

            Opeth ile tanışıklığım “My Arms Your Hearse”ın yeni çıktığı zamanlara denk geliyor. O dönem her zaman alış veriş yaptığım bir müzik marketin camında “Morningrise“ın kapağı asılıydı ve üzerinde sadece “Swedish Extreme Progressive Metal” ibaresi vardı ve bu benim çok dikkatimi çekti. Tabii bu şirketlerin koyduğu bir tabirdi ben pek üzerinde durmamıştım. O zamanlar devamlı delicesine Shadow Gallery, Vanden Plas, Porcupine Tree, Dream Theater dinlerdik ve bu işin ekstremi nasıl oluyor bir bakalım dedik. En sonunda dayanamadım gittim aldım albümü ve çok orijinalite kokan bir albüm olduğunu söyleyebilirim “Morningrise”ın. Sırf meraktan dolayı “My Arms Your Hearse”ı da almıştım fakat bu albüm o kadar dikkatimi çekmedi. O günden bugüne grubun gelişimini devamlı takip ettim nasıl müzisyenlerle çalışıyorlar grup elemanlarının müzikal zevkleri nedir bunu kendi dinlediğim müziklerle yorumladım ve adamları bir kere daha takdir ettim. Çünkü yeryüzünde heavy metal müziği içerisinde Opeth’e benzer bir topluluk yoktur. Varsa da zaten bu taklit olabilir. Bu benim için orjinalliktir. Opeth gibi bir grubun müziği aynı dönemde çıkmış hemcinslerine bakıp “Opeth şu gruptan etkileniyor bu gruptan etkileniyor” diyebileceğiniz bir düşüncede değil, aksine bu etkileri direkt olarak 70′lerdeki o progresif dünyasıyla açıklayabilirsiniz. Bu konu hakkında en fazla diyebileceğiniz şey ise müziklerinin klasik heavy metal gruplarından etkilendiğidir. Ama bu düşünce Opeth müziğini düşündüğünüz zaman o kadar havada kalıyor ki… “My Arms Your Hearse” albümünden itibaren grup çok fazla müzikal değişim içerisinde girmedi, ta ki Steven Wilson ile çalışana kadar.
         Steven Wilson Opeth’in müziğini tersyüz eden bir müzisyen, şarkı yazarı ve prodüktördür. “Still Life“dan sonraki “Blackwater Park” albümüne baktığınızda oradaki Bleak, Harvest gibi bestelerin ne kadar farklı olduğunu hissedersiniz. Bu farklılığın asıl sebebi Steven Wilson’dır. O zamanlar Akerfeldt Wilson’dan aldığı bazı etkileyici düşünceleri albümdeki bestelere uygulamış ve çoğunu da albümde kullanmıştır ki daha sonra “Damnation“/”Deliverance” gibi iki adet şaheser çkmıştır. “Ghost Reveries”e gelene kadar bir progresif rock şaheseri olan “Damnation”daki besteler grubun hayranlarını baya şaşırtmıştı. Bugün 40-50 yaşlarını çoktan devirmiş progresif rock dinleyicilerine albümü dinlettiğimde çoğu “Damnation”ı iyi bir albüm olarak görür. Eğer bir grup bunu bir çok dinleyiciye düşündürtmüşse Opeth doğru yoldadır diyebiliriz.


            Bazı dinleyiciler bu albümün o kadar da farklı olmadığını, şarkıların yeterince etki yaratamadığını savunurlar ama Opeth albümleri içerisinde bestesel bazda şarkıların altyapılarına dikkat kesildiğinizde bunun böyle olmadığını çok rahatlıkla anlayabilirsiniz. Albümün ilk şarkısı Ghost of Perdition en başarılı Opeth açılışlarından birisi. Akerfeldt’in brütal vokalleri bir yana şarkının zaten ilerleyen bölümlerinde başlayan akustik fırtınaya Mikael’in sesinin etki etmesi sonbaharda ağaçlardan yaprak düşmesine eşdeğer büyüleyici bir hadise. Kesik kesik gitar riflerinden sonraki 4:56′da ritim gitarla başlayan ve Lopez’in teknikal ataklarında inanılmaz progresif bir yapı mevcut. 7:08′de başlayan Per Wiberg’in o klavye tonu o kadar güzel ve arkasından gelen Akerfeldt vokalleri o kadar ince ki insan işte burada bir şey diyemiyor.

           Groovy gitar rifleriyle başlayan The Baying of the Hounds Opeth’in yine değişik işlerinden bir tanesi. Per Wiberg’in hemen şarkı başında kullandığı org tınıları 70′lerdeki prog rock kayıtlarından çıkma sanki. “Ghost Reveries”, şarkı sözlerinde yine ölüm, anne, orman, hayalet gibi alışageldiğimiz kavramsal imgeleri içerisinde barındırıyor. Akerfeldt bu The Baying of the Hounds’u yazarken 70′lerin acid folk grubu Comus’un 1970 yılı “First Utterance” adlı albümünün ilk şarkısı Diana’dan baya etkilenmiştir. Ayrıca bu albüm Akerfeldt’in hayatında çok önemli yer tutar. Kendisi bu albümün tişörtüne ve plağına da sahiptir. 1970′lerle bu kadar ilgili bir müzisyenin oluşturduğu bestelerde bu kadar farklı oluyor işte.


              Bir sonraki şarkı Beneath The Mire’ın hemen başlangıcındaki Per Wiberg nüansları bestenin en büyük kazancı. Düşünsenize Wiberg olmasa bu şarkı ne halde olurdu? 1970′lerin Alman progresif rock gruplarınca çok kullanılan bu klavye ve mellotron tonlarının Opeth şarkılarını ne hale getirdiği “Ghost Reveries”de o kadar net belli oluyor ki. 3:20′lerde giren Akerfeldt’in bluesy gitar melodileri ve akabinde gelişen bir melodi fırtınası. Bunu daha önceki Opeth albümlerinde fazla dinleyemezdik. Lopez’in jazz etkili ritimleri, kesik kesik çaldığı yerler ve zil vuruşları bile çok şiirsel. Bir sonraki şarkı Atonement’ın girişindeki gitar melodileri çok uzak diyarlardan geliyor bence. Akerfeldt o kadar geniş bir müzik dinleme kapasitesine sahip ki bu etkileri bestenin neresine koyacağını çok iyi biliyor. Lopez’in buradaki perküsyon vuruşlarını Güney Amerika’daki etnik müziklerde ve Arap müziğinin ritimsel zenginliğinde aramak mümkün. Bestenin hemen sonunda Per Wiberg’in tuşlu melodileri ise direkt olarak caz piyano ile ilgilidir. “Ghost Reveries”in işte bu yüzden artı noktaları diğer albümlerden çok daha fazla. Müzikal bir zenginlik var bu albümde. Reverie/Harlequin Forest’in hemen başlangıcında Per Wiberg’in yaptıklarıda bizi hayretlere düşürüyor. Çünkü elektronik müzik grubu Tangerine Dream’in ve dolayısıyla Klaus Schulze’nin 70′lerdeki o albümlerde kullandığı o tonlar bu bestedeki yaratıcılığı arttrımış. Mikael’in temiz vokalleri ve bestenin akustik geçişleriyle birlikte Wiberg denen şahsiyetin bu grup için ve bu albüm için ne kadar da önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Akustik bölümlerde şarkının altyapısına dikkat edin ve Wiberg’i duymaya çalışın, bu işte müzikal bir mastürbasyondur. Aynı durum House of Wealth için de geçerlidir. Çok fazla derinlik içeren pasajlarıyla bu beste değeri verilmemiş kategorisinde yer alıyor.



         Hemen akabinde çokça tartışılan The Grand Conjuration geliyor. Opeth gibi bir grubun böylesine modern tonajlamalarla ve melodilerle bir beste yaratışı ve hemen sonrasında yine çokça tartışılan klibinin çekilmesi ise bir çok Opeth fanı tarafından forumlarda ve bir çok yerde konuşuldu. Diğer bestelerin arasında çok ayrıksı bir yere sahip olan bu şarkı sanırım Opeth müzikal tarihinde çok sıradan bir yeri olacak. Bana göre çok iyi bir şarkı ama çok modern olduğunu da ayrıca kabul ediyorum. Albümün son şarkısı Isolation Years ile albüm sona eriyor. Hani “Damnation”dan itibaren herkes o albümde yer alan Ending Credits’in Camel etkisinde olduğunu söylüyordu ya işte bu bestede de aynı şeyler mevcut özellikle ilk saniyelerdeki gitar melodilerinde bu çok belli oluyor.

                                                                PETER LINDGREN

            Birth Control, Comus, Cressida gibi grupları kendisine rehber edinmiş, 70′lerin Progressive Rock müziğine gönül vermiş ve bu uğurda bir plak koleksiyonuna sahip olmuş bir müzisyen Akerfeldt. Grubun “Orchid“den itibaren müzikal gelişimine dikkat edin “Blackwater Park”a kadar hep bestesel bazda başarı sağlamış ama “Blackwater Park” ile ta ki “Ghost Reveries”e kadar da beste ile birlikte sound konusunda da epey yol katetmiş bir topluluktur Opeth. Vasat bir albümüne pek rastlayamazsınız, buna Akerfeldt izin vermez. Kendilerini tekrar ettiği de söylenemez. Hep farklılıklarla bir çiçek demeti sunmuştur dinleyicilerine. “Ghost Reveries” işte bu noktada önemlidir. Progresif rock ile birlikte, caz, Güney Amerika ve Arap etnik müziklerinden etkilenimlerle oluşturulmuş ve diskografide kendisine çok iyi yer hazırlamış bir albümdür. Son olarak keşke Martin Lopez ve Peter Lindgren ayrılmasaydı diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder