9 Kasım 2012 Cuma

The Cranberries - No Need To Argue

THE CRANBERRIES
NO NEED TO ARGUE
ISLAND

                               Limerick: Çocukluk hatıralarında kalan hüzün nergisi.

          İrlanda’nın denize kıyısı neredeyse yok denecek kadar az olan küçücük bir kentidir Limerick. Birçok film orada çekilmiş, birçok sanatçı da eserlerini o şehrin bitmek bilmez yağmurunun o sonu gelmez hüznünün içerisinde yazmıştır. Angela’s Ashes adlı romanın yazarı Frank McCourt bunu kitabında öylesine dillendirerek anlatmıştır ki hem kara mizahına gülebilir hem de yaşanılan o duygu sağanağına bir şapka çıkarabilirsiniz, saygıyla. Evet, o yağmur bitmek bilmez ve insanın içerisine dolu dolu yağar, küçücük hatıralar bıraktırır yüreğine. Çocukluk da böyledir. Küçücük bir kız çocuğunun yaşadığı gelgitli duygular, ilk yaşadığı çekingen aşklar, yemyeşil kırlarda koşup oynadığı oyunlar, rüzgârlarda sallandığı salıncaklar, ruhunda gezinen hayal kırıklıkları ve yalnızlıklar, büyüdüğünde bile kendisini bırakmayan en değerli duygulardandır ve bunları zaman geçse de hiç unutmaz. Bunları beyninin küçücük bir köşesinde saklar durur.

“Gökgürültüsü ve şimşek hissettiklerimi hiç değiştirmeyecek, nergisler çok güzel görünüyor bugün.”

Bir ilkbahar çiçeği olan nergis, Dolores’in yüreğine sonbahar zamanları düşmüştü. Geçmiş zamanda yaşadığı duygusal hatıraları bir bir şarkıya dökmüş, biz de bunları 1994’ün sonbaharında dinlemiştik. Bir şarkı yazarı nasıl ki çocukluğunda yaşadığı olayları içselleştirip bunu bize sunuyorsa, biz de dinlediğimiz zaman o duyguları kendimiz yaşamışız gibi etkilenebilir, öyle hissedebiliriz. Dolores O’Riordan İrlanda’nın Limerick şehrinde dünyaya gelmiş, geçmişinde aile hayatı olarak pek şanslı sayılmamış, dedesi Joe’yu yangında kaybederek hayatta yapayalnız kalmış, sürekli ruhunda derin acılar çekmiş ve bunu çok duygusal bir şekilde bize aktarmış bir değerli müzisyen, bir duygu şairidir. Bitmek bilmeyen Limerick yağmurları arasında yüreğinde hüzün biriktirirken dünyadaki problemlere seyirci kalmamış, savaş çocuklarına, Bosna’da kaybedilen canlara ithafen acılı methiyeler düzmüş, karşı tarafı da sürekli şarkılarında eleştirmiş ve “Kim koruyacak savaş çocuğunu bebeğim, kim kontrol ediyor anahtarı, kaybeden kim şimdi? Kaybeden biziz.” gibi realist yaklaşımlar sergileyen dürüst bir insan profili çizmiştir.

“Annem beni sevdi, babam beni sevdi. Ne hale geldiğimi anlayın, bu benim tasarımım değildi. Mutsuzluk ben gençkendi ve umurumuzda değildi.”

The Cranberries müzik dünyasında U2’nun, Manic Street Preachers’ın, R.E.M.’in, PJ Harvey’in ve Portishead’in fırtınalar gibi estiği 90’lı yıllar ortasının en başarılı gruplarından birisiydi. Kadın vokalistler arasında çok değer görmüş Dolores O’Riordan ile ilk albümü “Everybody Else Is Doing It, So Why Can’t We”yi çıkarmış ve bu albümden Linger ve Dreams gibi şarkılar dillerimizden hiç düşmemişti. “No Need To Argue” albümünün çıkışı ise hem listelerde, hem de içimizde fırtınalar estirdi. Zombie gibi bir bestenin pop dinleyeninden heavy metal dinleyenine kadar sahiplenilmesi ve bunun dışındaki o duygu dolu şarkıların ruhumuzda yarattığı depremler kimin aklından çıkabilir ki?

Albümün kapağına baksak bile kendimizi yıllar öncesinde buluyoruz. O şarkılarla yaşadıklarımız, hatıralarımız, ilk aşklarımız hepsi gözümüzün önünden geçiveriyor. Dolores’in anne babasına sevgi dolu sözlerle yaklaştığı Ode To My Family ile açılan albümde daha ilk notalardan itibaren yastıklara sarılmaya başlıyor, düşlere kendimizi atıveriyoruz. Bir genç kızın yaşadığı sancı dolu ayrılık ilişkisini I Cant Be With You’da, sonrasında gelen 21 yaşın getirdiği o duygusal paylaşımlarını ise Twenty One’da anlatıyordu Dolores.


“Bir daha olacağını sanmıyorum, düşüncelerimi aldın benden. Artık daha fazla bir şey istemiyorum. Her şeyi alıp götürebileceğini düşünmüş müydün hiç?”

Sadece iki üç notayla bile bir etki yaratılabileceğinin göstergesini The Cranberries Empty adlı şarkıda gösteriyordu. Dolores’in kullandığı o klavye melodisinin tarifi imkânsız olmakla birlikte, şarkının bünyelerde yarattığı o tarifsiz çalkantıları hissetmek de kişinin kendi ruhsal tarafının yaşayacağı bir şeydi. “Kimliğim götürüldü mü, kalbim üzerimde mi kırılıyor?” gibi sorularla da kendi hayatına sorduğu sorulardan bir kaçıydı Dolores’in. Empty bir çoğumuzun yaşamında derin hatıralar bırakmış bir bestedir. Hemen arkasından gelen Everything I Said’de ise ayrılış hikâyesinin ruhunda yarattığı gelgitleri aktarıyor. “Çünkü ölseydim bu gece elimi tutar mıydın? Hayır. Anlar mıydın eğer bir öfke içerisinde yaşasaydım, hâlâ burada olur muydun? Hayır. Yok, olur muydun?” gibi sözcüklerle dile getiriyordu şarkıda hissettiklerini.

        Everything I Said’in hemen ilk başlarındaki o gitar tonu The Cranberries müziğinin temel taşlarından birisi ve çok hüzünlü. The Icicle Melts ve ardından gelen o ünlü Ridicilous Thoughts da bu albümün en güzel yolculuklarından iki tanesi ve özellikle Ridiculous Thoughts kimimizin beğenilerinde en ön planda yer alıyor. İki yüreğin bir elma gibi bütünleşmesi gerektiğini anlattığı Dreaming My Dreams ve Dolores’in İrlandalı ünlü şair W. B. Yeats’e bir saygı göndermesi şeklinde yazdığı Yeat’s Grave ise albümdeki güzel bestelerden ikisiydi. Bir ayrılışın çok radikal bir şekilde resmedilişini anlattığı Daffodil Lament’de ise Dolores “Karar verdim sonsuza dek seni bırakmaya, karar verdim yeniden başlamaya, gök gürültüsü ve şimşek hissettiklerimi değiştirmeyecek ve nergisler çok güzel görünüyor bugün” diyor ve çocukluğunda hatırlarında kalan bir nergis çiçeğini bir umuda bağlıyor, onu bir umut olarak görüyor.

 “No Need To Argue” bugün artık klasik bir albüm konumundadır. Beğensek de beğenmesek de, gerçek şu ki birçoğumuzu etkilemiştir, çocukluğumuzda ve gençliğimizde. Günlerce bu albümdeki şarkılarla uyumaya çalışmışızdır ya da sevdiğimizi düşünmüşüzdür. Bu albüm bizim hayatımızda o kadar gerçektir, iz bırakmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder