9 Kasım 2012 Cuma

King Diamond - The Eye

KING DIAMOND
THE EYE
Roadrunner Records

                                      Jeanne Dibasson, Madeleine Bavent ve diğerleri.

        Bazen hayatınızda en çok dinlediğiniz albümün tanıtımını onun hakkında yazmak istediklerinizi yazmaya çalışırken afallıyorsunuz, ne yazacağınızı bilemiyorsunuz. Herkesin bir çocukluk kahramanı olur ya, işte King Diamond benim için o kadar değerliydi.

           80’li yılların sonlarında 90’lı yıllara geçiş döneminde albüm kapaklarını gördüğüm ama bir türlü dinleyemediğim birisiydi. Ne “Conspiracy” albümünü biliyordum ne de “Them”i. Sadece kapaklarını hatırlıyorum. Müzik marketin önünden geçip giderken görür, ama almaya cesaret edemezdim. O zamanlar paso Testament – “The Legacy“, Overkill – “The Years of Decay” dinleyip dururdum, ama ne zaman ki 1990 yılında “The Eye” adlı albümü piyasaya sürüldü, ben de kaset formatını müzik markette buldum ve satın aldım.
O zamanlar kasetlerin çoğu Raks marka kasetlere basılırdı ve koyu tonlardaki bu kaset de, albümün kapağı ile oldukça uyumluydu. Aylarca kasetçalardan çıkmadı. Her şarkısının sözlerini ezberlemiştim. Okuduğum Stephen King, V.C. Andrews ve Dean R. Koontz kitaplarının yanına yerleştirirdim kaseti, çünkü “The Eye” dinlerken, şarkılar duymaktan çok, bir hikâye, bir roman okuyor gibi olurdum. Onun sesi sıradan bir vokalistin yaptıkları yanında bana öyle farklı tınılar verirdi ki, o yıllarda bu vokali nasıl yaptığını bilemezdim, hâlâ da çözememişimdir zaten. King Diamond, “The Eye” albümünü dinlerken bana bir şeyler anlatıyordu. İngilizce bilmememe rağmen şarkı sözlerini ezberleyip dururdum, ancak bu albüm bana ciddi ciddi bir şeyler anlatıyordu. Albüm kapağının içerisinde de çarmıha gerilmiş bir insan yakılıyordu ve onun gerçek hikâyesini çok sonradan öğrenecektim. “The Eye” benim bağlandığım, hiç kopamadığım, şu zamanlarda bile açıp defalarca dinlediğim, benim için bir fenomendir. Daha da ileriye gidersem, kült olabilmiş ve melodilerine aşık olduğum yegâne albümlerden birisi konumunda duruyor. Şu zamanki bilgilerimle yazıyorum ki, bana göre King Diamond diskografisinin en özellikli, en sıra dışı tarafında durmakta…

      King Diamond’ın King Diamond olarak çıkardığı 5. albümdü “The Eye”. Bu albümden önce “Fatal Portrait”, efsane kategorisine sürüklenmiş “Abigail”, kapağıyla bana o evden gel gel diye haykıran “Them” ve oldukça iyi övgüler alan “Conspiracy” sonrasında “The Eye” ile gerçekleştirdiği o gerçekçi konsept “The Eye”ı çok nitelikli bir yere yerleştiriyor. Bunların hepsi kült albümlerdir, fakat “The Eye”ın o büyüleyici yönü bir şeye işaret ediyordu, o da şuydu: heavy metalin gerçekliği. Yıllarca bu albümde King’in neler anlattığını merak ettim. Araştırdıkça albümdeki gizemi çözmeye başladım ve bu beni Fransa’nın kuzeyine dek götürdü, hem de Ortaçağ zamanlarına… Ta manastır, cadılar, şeytan, büyücülük ve engizisyon mahkemelerine kadar gittim. İşte o zaman anladım kaset kapağının içindeki o korkunç görüntüyü.

KONSEPT

Engizisyon Mahkemeleri Ortaçağ’da Avrupa’da Katolik Kiliseleri’nce oluşturulmuş bir yargılama sistemidir. Kiliseye karşı gelenler, kötü düşüncelere sahip olup skolastik düşüncenin dışına çıkanlar çok kötü bir şekilde cezalandırılırdı. Bu cezalar çok çeşitli şekillerde olup, idam, toplu infaz, boğarak öldürme, baştan aşağıya kızgın yağ dökme şekillerinde oluyordu. “The Eye” albümündeki engizisyon mahkemeleri olayı ise şöyleydi ve 5 ana karakter üzerinde geçiyordu: 1628’deki ölümüne kadar Fransa Normandy’deki Louviers Kilisesinin başrahibi olan Pierre David, Madeleine Bavent adındaki 18 yaşındaki rahibe, cadılıkla suçlanan Jeanne Dibasson, Hristiyan yakma mahkemesinin başkanı Nicholas de la Reymie ve 1628’den 1642’deki ölümüne kadar manastırda göreve atanan Rahip Mathurin Picard. Kilise tarafından cadılıkla suçlanan Jeanne Dibasson mahkemeye çıkarılır ve ölümle cezalandırılır.

Çarmıha gerilirken boynunda takılı olan göz biçimindeki kolye yere düşer ve bu kolyeyi albümdeki şarkıda da (Two Little Girls) yer alan iki küçük kız bulur. Kolyeyi bulan kızlardan birisi cadının yakıldığı yerde ateşler söndükten sonra kolyenin içindeki cadı gözüne bakar ve çok korkar. Bir rahip tarafından tecavüze uğrayıp manastıra kapatılan 18 yaşındaki Madeleine Bavent ise rahip Pierre David’in oyununa gelir ve kendisinin en vahşi düşlerini açıklatır ona. Madeleine ise “göz”ü boynuna takar ve manastırın yolunu tutar.

Pierre David’in ölümünden sonra yerine Mathurin Picard geçer ve soğuk zindanlarda iniltiler içinde Madeleine Bavent’e tecavüz eder. Rahip Picard’ın ise kutsal ayinler, seksüel istekler ve şeytani işler yüzünden psikolojisi bozulur ve Picard delirir. 1642 yılında ise ömür boyu hapse mahkûm olur. Bütün bu olanlar ve karmaşık ilişkiler yüzünden Madeleine Bavent bile aklını yitirir ve daha sonra hapishanede ölür. “The Eye” adlı bu göz biçimindeki kolye, lanetli olduğu ve aynı zamanda takanı güçlü kıldığı ve zamanı geriye götürdüğü için takan kişiye bir anlamda cadı suçlamalarında bulunduruyordu.


 MÜZİKAL YAPILAR

King Diamond’ın “The Eye” albümüne kadar çok fazla farklı çalışması olmadı ve hepsinin de heavy metal içerisinde apayrı bir yeri oldu. Ancak “The Eye” albümünün çok farklı bir müzikal yapısı olduğu bir gerçek. O da şudur: Albümde yaratılan bazı bestelerde teatral bir yapı kullanılmış ve bunun içinde eski dönemin rock müziğinde (Deep Purple, Uriah Heep v.b. toplulukların kullandığı gibi.) kullanılan Hammond Org ve kilise orgunun verdiği gibi ağır ve derinlik verici tonlar kullanılmış olmasıdır. Bunun dışında gitarist And LaRocque’un atmış olduğu duygusal sololar hayret vericidir. İlk şarkı Eye of the Witch’in ardından gelen ve Jeanne Dibasson’un yargılanma sürecini Hristiyan yakma mahkemesinin başkanı La Reymie ve kendini savunan Dibasson’un ağzından teatral bir biçimde anlatan The Trial (Chambre Andente) adlı bestede bu dediğimiz org kullanılmıştır. Şarkının ikinci bölümünün sonlarında ise yine LaRocque’un mükemmel ötesi sololarıyla karşılaşırız. Sonraki şarkı Burn’de ise Dibasson’un yakılma serüvenini dinleriz. Şarkının başlarında kullanılan kemanlar ise şeytanın kemanının bir tasviri sadece. O kemanını çaldığı zaman yakılma serüveni de başlayacaktır. LaRocque’un bu albümde ayrıca Into The Convent ve Father Picard gibi şarkılarda da çok dehşet soloları mevcut. Şarkının sonlarına doğru LaRocque’un devleştiği Behind These Walls, The Meetings ve ardından gelen, Mercyful Fate zamanlarından kalma enstrümantal Insanity, mükemmel ötesidir. “1642 yılında Madeleine cehennemi terk ediyordu. 1642’de Madeleine hücresinde özgürlüğü buldu” sözleriyle ömür boyu hapis serüvenini anlatan 1642 Imprisonment ise başlı başına irdelenmesi gereken bir beste. Kompozisyonuyla, King’in yaratıcılığıyla ve LaRocque’un yine deli-dehşet solosuyla aklımı başımdan almaya yetiyor. Albümün sonundaki (The Curse) sözler ise konsepti özetler nitelikte. “Göze bakarsan zamanda seni geri götürecek. Kolyeden aldığım güç benim ve onu sadece ben kullanabilirim.

 King Diamond her şeyden önce bir hikâye anlatıcısı, usta bir yazar, usta bir vokalisttir ve heavy metal müziğinin üstadı konumundadır. Bugüne kadar birçok topluluk ve isim dinlemişimdir, ama King Diamond kadar işine sıkı sıkıya bağlı ve kusursuz yapıtlar çıkartan birisine daha rastlamadım kendi tarzında. “The Eye” ise bu bağlamda bu düşüncemi daha da sağlam şekilde yerine yerleştirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder