9 Kasım 2012 Cuma

Camel - Mirage

CAMEL
MIRAGE
Deram Records

         Ay gözbebeğin olmuş, ama neden öylece geçip gidiyorsun yanımdan?

        Aslında böylesine bir konu için belki de bir kitap yazmak gerekir ama müzik dünyasının bu içli ve yalnız adamının da en azından genç dinleyiciler tarafından bilinmesi yararlı olur sanıyorum. Evet, Andrew Latimer’dan bahsediyorum ve progresif rock, daha doğrusu senfonik rock dünyasının bu romantik, huzur dolu ve bazen de hüzünlü dalgaları yüreklere serpiştiren bu kişilikli gitaristin romantik grubu Camel’dan da sözü açmak istiyorum.

      Pink Floyd ve Van der Graaf Genarator matematiksel yaklaşımlarıyla progresif rock dünyasında hatırı sayılır bir kitle edinirken, YES şiirsel melodilerin topluluğu oluyordu. King Crimson o uçuk müzikleriyle belli bir kitleyi hedef altına alırken Gentle Giant ise ultra-deneysel müzikleriyle ne olduğunu bile çözmeye çalışamayacağınız melodi bombardımanı ile 1970’lerde fırtına gibi esiyordu. Bunların arasında belki Jethro Tull ile hissiyat ile yarıştırabilecek bir topluluk olan Camel ise İngiltere’nin o soğuk dünyasında insanların yüreğine sevgi tohumlarını bir daha bir daha serpiyor ve Andrew Latimer’ın o yoğun hüzünlü dünyasına ise sıkı bir giriş yapıyordu o zamanki dinleyiciler.

      Camel dinlediğiniz anda sizi çarpan bir topluluktu ve ilk albümlerini daha 1973’de yayımlaşmışlardı ki ikinci çalışma olan Mirage’ı ise hemen ertesi sene çıkardılar. Bu albüm ise progresif rock dünyasında oldukça kabul gördü. Bazı eleştirmenler onları Canterbury Sound’un temsilcisi olarak görüyordu fakat Camel’ın icra ettiği müzik tam anlamıyla senfonik sulardan beslenen ve çok fazla doğaçlamaya mecbur bırakılmayan melodilerden oluşmaktaydı, ancak Mirage ile bunu bir anlamda kırdılar ve o dâhiyane kapağı ile orada yukarıda köşede bütün samimiyetiyle duruyor.


                              ANDREW LATIMER’IN HÜZNÜNÜN ARDINDAKİLER:

           Camel, progresif rock’ta şiirsel müziğin en iyi ifade edildiği gruplardan bir tanesi. Bu şiirsellik yanında Andrew Latimer’ın hayatla olan kavgası, aile özlemi, ülke hasreti ve ailesinin geçmişindeki bazı önemli ayrıntılar kendisini oldukça düşündürüyordu. Amerika’ya gittiğinde bile ülkesini özleyen bir portre çiziyor ve hayalindeki bir sevgiliye de “Rüyamın ortasında güneş ışığında otururken gördüm seni. Hayalimdeki kadın, seni seviyorum.” diyerekte o içli dünyasını bize açıyordu. Konserlerde bile o müthiş duygusal gitar tonunda o yürek burkan sololarını çaldığında bile yüzü bir başka olur dalar gider ve siz onun gitarını değil parmaklarını değil yüzüne odak olursunuz. Başka bir şey yaptırmaz size kendisi. Şarkılarını öyle detaylı kompoze etmiştir ki aniden öyle bir melodi çıkar gelir kapınız çalar ve hayatınız boyunca unutamazsınız.



      “Mirage” albümü Camel için büyük önem taşıyor. Bu çalışma klasik rock enstrümanlarının dışında progresif rock müzikte kullanılan o ağır enstrümanlardan moog, organ, mini moog gibi müziğin derinleşmesine sebep olan müzik aletlerini de içermekte. Latimer’ın zaman zaman kullandığı Galler folku melodileri, flütle yarattığı o detaylı-derinleşen melodi bombardımanı, Peter Bardens ustanın yarattığı o klasikleşmiş moog, mellotron ve org üçlüsü, Doug Ferguson’un gümbür gümbür basları, Andy Ward’ın yine zaman zaman teknikleşen atakları sayesinde Mirage, dinlemeye doyamayacağınız bir çalışma olarak müzik tarihinde yerini alıyor. Bu albüm Pink Floyd’un “The Dark Side of the Moon”u, YES’in “Close to the Edge”i, Van der Graaf Generator’ın “Pawn Hearts”ı, King Crimson’ın “In The Court of the Crimson King”i ve Emerson Lake & Palmer’ın “Brain Salad Surgery”sinin yanında gururla durmaktadır ve progresif rock dünyasında mutlaka adı yukarılarda geçmektedir.

       İlk albümünde pek başarı sağlayamayan Camel, “Mirage” albümünün açılışında Freefall gibi oldukça melodik, ritimleri pek bir düzgün ilerleyen ve Latimer’ın o karakteristik gitar tonlarını üzerinde taşıyan bir beste konumunda. Hatta şarkı ortasına doğru Latimer’ın nefis bir psikedelik solo atmaya başladığı andaki ritim değişiklikleri pek bir leziz. Pete Bardens’in o nefis vokalleri ve en derinlerdeki org melodileri de cabası. 70’lerdeki çalışmalarda evet hep böyle tonajlamaları duyarız.


         Supertwister ise bir enstrümantal çalışma. Latimer’ın kullandığı flüt melodileri burada. 90’lı ve 2000’li yıllarda kurulan bazı progresif folk toplulukları işte Camel’ın bu çalışmasından örnek almıştır. Flüt melodileri sırasında Pete Bardens ustanın o org geçişleri mükemmeldir. İsmini J.R.R. Tolkien’in eserlerindeki karakterden alan Nimrodel/The Procession/The White Rider ise “Mirage”ın en iyi bestelerinden birisi. Yaratılan kompozisyon, inişler çıkışlar, Latimer’ın uçuk gitar soloları ve en önemlisi de Pete Bardens’in girişi yaptıktan sonra Latimer’ın o gitarının ilk duyulduğu ilk andaki o melodi. İşte o, o melodi, ve sonra Obua. Belki size uzaklara baktıracak derinlere daldıracak derecede güçlü notalardan kurulu bir derya. Bu bestenin Camel tarihinde önemi çok fazla. Earthrise Pete Bardens’in daha ağırlıkta olduğu bir beste konumunda ve genellikle aynı tonlardan geçişler yapmakta. Sonra olaya Latimer girince iyice çıldırıyor ve psikedelik havaya bürünüyor şarkı, sonrası ise inanılmaz nüanslar…


“Dikkatlice dinle, gördüğüm ama hiçbir zaman dokunamadığım bir kadın hakkındaki sözlerimi duymak üzeresin.”

      Albümün son çalışması ise Lady Fantasy Suite adını taşıyor ve üç bölümden oluşan bu beste Latimer’ın o hayal dünyasının açığa çıkmasında büyük rol oynuyor. Hayali bir sevgiliye yazılan bu şarkının J.R.R. Tolkien’in eserlerindeki karakterle ilgisi olduğu da konuşulmakta… Camel dediğinizde belki de ilk akla gelen bu çalışma Mirage albümünün de en başarılı bestesi konumunda. Üst üste yerleştirilen detaylı komplike melodiler, şarkıdaki epik hikayeyle birlikte müthiş birlikteliğe sahne oluyor.

          Camel bu çalışmasıyla yalnız 70’lerde adı bilinmemiş 90’lara 2000’lere bile damgasını vurmuştur. Bugün artık neredeyse kendi dinleyicileri tarafından bilinen Opeth’in Mikael Akerfeldt’i bu topluluğun neredeyse mirasçısı konumundadır ve “Damnation” ve “Heritage” başta olmak üzere bu albümlerde oluşturduğu Latimer’e özgü gitar tonlarıyla gruba saygı duymayı bilmiştir. Opeth dışında Norveçli senfonik müzik yapan Kerrs Pink, Arabesque, İsveçli Kaipa ve Polonyalı klas topluluk S.B.B. bile Camel’dan oldukça feyz almıştır. Camel sadece bu topluluklara etki etmemiş hatta 80’lerle birlikte Genesis ile birlikte neo-progresif akımının da doğmasına sebep olmuştur. “Mirage”ın ise bu etkide payı oldukça yüksektir.

            İngiltere soğuk bir diyar olmasına karşın müzik grupları oldukça duygusal müzikler sergiliyor. Progresif Rock müziğin doğuşuna etki eden İngiltere bu sayede çok uçuk topluluklar yanında Camel ve benzeri gibi duygusal topluluklar ortaya çıkarmıştır fakat hiçbirisi Pink Floyd dışında duygu anlamında Camel kadar etkili olamamıştır. Pink Floyd’un yeri apayrıdır ve Camel, Mirage ile ve ileriki dönemlerde oluşturduğu o yürek parçalayıcı notaların diyarında yapayalnız süzülmüştür. Bu 37 dakikalık albümü gerçekten imkânınız varsa plaktan dinleyin veya plak kaydını bulun ve gerçek ruhuna inin o kadar seveceksiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder